2. Bölüm 'Hayalet Dünya'

3.9K 320 132
                                    

Selamünaleyküm, Hayalet Serisi çılgınları!

Nasılsınız? İyisinizdir inşallah? Bu hafta okullar yarıyıl tatiline girdi ve hepiniz koca bir yarı yılın emeğini karne olarak aldınız. İnşallah hepinizin karnesi iyi gelmiştir. Ben büyüdüm, koca adam oldum ne karnesi? diyen okuyucularıma da görüşmeyeli güzel zaman geçirdiklerini ve Akça ile Pars'ı bol bol özlediklerini umut ediyorum. :)

Şimdi hemen heyecan yapmayın. Romanı yazmaya başlamadım. İnşallah Şubat ayı içerisinde başlayacağım, daha Gökbörü isimli romanım maalesef bitmedi. Bir bitse ben de memnun olacağım zira Hayalet Serisini baya özledim. :)

Size söz verdiğim gibi bir nevi 2. ön okumaya giren 2. bölümümüzü yazıyor ve Akça ile Pars'a vuslatın yakın olduğunu (inşallah :D ) duyurmak istiyorum.

Bu arada Akça için hangi modeli kullanıyorum? Ahan da medya'da olan hatunu. ANNA SPECKHART.  Kızın gözleri beyaz. :D İnşallah siz de beğendiniz. ;)

Haydi okuyun, hasret giderin bakalım. :)

__________

Akça

Pars, bir buçuk saat boyunca direksiyon başındaydı. Sabah kahvaltısını ettikten sonra, şehrin doğusuna doğru yol almıştı. Aslında görüşmek istediği kişiyle çok başka bir yerde görüşecekti ama son dakikada aldığı bir telefonla görüşme yeri değişmişti. Aslında bu durumdan hem biraz sıkıntı duyuyordu hem de içten içe karısına yeni bir şey gösterecek olmanın heyecanını da yaşıyordu. Akça artık oflamaya başlayınca, "Sık dişini, az kaldı." dedi.

"Sıkıldım. Daha ne kadar var?"

"Seni daha önce şehrin bu kısmına getirmemiştim, çevreye bakıp biraz tadına çıkartman gerekmez mi?"

"Uzun araba yolculuklarından sıkılıyorum."

Pars iç çekti. Akça'ya kalsa her yere uçakla falan giderdi. Ya da hala Tulparlar var olsaydı, onları seve seve sürerdi. Aslında kendisi de seve seve sürerdi. O güzel atların artık var olmaması ne kadar acıydı. Acımasız insanlar, bir çok güzel şey gibi, bu doğa harikası kanatlı atların da soyunu tüketmişti.

"Geldik."

"Sonunda!"

Pars, ikisini de Cheonan şehrinin doğu kısmındaki Dongnam-gu bölgesine götürmüştü. Arabayı, dağın eteğinde kurulu olan Kore Bağımsızlık Salonunun önünde durdurdu. Uygun bir yere park ettikten sonra Pars ve Akça arabadan indi.

"Çok güzel." dedi, Akça. Çevresinde alabildiğince yeşillik vardı. Dağ ile bütünleşmiş görünen müze, çevresine hakim bir konuma inşa edilmişti. Havası temiz ve doğaldı. Müze, geleneksel Kore tarzında inşa edilmiş ama modern dokunuşlarla da süslenmişti. Genç kadın burayı gezmek için sabırsızlanıyordu. Tarihe ve müzelere oldu olası her daim ilgi duymuş, yeni kültürleri keşfetmeye heves etmişti. Akça'ya göre insanların, birbirlerinden nefret etmesinin önüne geçecek en önemli şey birbirlerinin kültürel ve dini inançlarını öğrenmek ve anlamaya çalışmaktı. Ne de olsa insan, bilmediği ve anlamadığı şeyden korkardı ve korktuğu zaman da nefret eder, yok etmeye çalışırdı. Şu an Akça ve Pars'ın başına da gelen bu değil miydi? Evinden, ailesinden, dostlarından uzak kalmak zorunda kalmasının nedeni? Tüm bu kafatasçı ve ön yargılı düşüncelerin sonucuna katlanan ve acı çekmek zorunda kalan kendileri değil miydi?

"Akça?" dedi, Pars. Genç adam, karısının yine düşüncelere daldığını fark etmişti. Artık ne düşündüğünü iyi kötü yüzünden anlayabiliyordu. Bunca ay geçmesine ve yakınlaşmalarının sonucu olarak aklını da okumayı ummuştu. Zira bu kadının aklından çok garip şeyler geçebiliyordu. Lakin böyle bir şey olmamıştı. Şimdilik hala rüyalarda buluşabiliyorlardı ama zaten 7/24 yanında olan birinin neden rüyasına girme ihtiyacı duyacaktı ki?

Hayalet Dünya [Hayalet Serisi #3]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin