6. BÖLÜM

614 42 11
                                    

---MIRANDA WARD---

Tanrı aşkına kızın terlerini bile siliyorlardı! Chelsa, yıllardır Miranda'nın zaten berbat olan hayatını daha da beter hale getirmişti. Okulda sürekli onunla uğraşırdı. O ve onun gurubu, başka bir deyişle 'çetesi', okulun en popüler gurubuydu. Güzelliğin kölesi, zengin ve aptal bir kızdan başka bir şey değildi işte. Miranda onun da aynı saatte spora geldiğini biliyor olsaydı, zaten hiç başlamazdı spora. Şimdi ayrılmayı düşünüyordu ama sırf buraya geleceği için yeni bir eşofman altı almıştı. Üstelik ücreti de az önce ödemişti. Annesinden zar zor koparabiliyordu bu paraları. Kitap almam gerekiyor diyerek almıştı bu parayı. Oysa okul Miranda burslu olduğu için ve ailesinin maddi durumunu da bildiği için, Miranda'nın tüm okul masraflarını karşılıyordu. Ama Miranda bunu annesine söylememişti.

Burası özel bir yer değildi ki, eyaletin halk için açtığı salonlardandı. Neydi bu kıza gösterilen özel itinanın sebebi? Ah, elbette. Kız parayı basmış olmalıydı. Hem de çok para. Yoksa hangi asalak gelip kızın alnındaki teri silmeye zahmet etsindi ki? Ya da dakika başı enerji içeceğini kendi elleriyle içirsin? Tüm bunlar çok fazlaydı.

Yanındaki kıza döndüğünde onun da aynı gözlerle Chelsa'yı izlediğini gördü. Amanda'yı sevmişti, tatlı kıza benziyordu. Tabii az önce koşu bandında yaşadıkları talihsizlikte bıyık altından gülmesi Miranda'yı deli etmişti ama, bunu hemen affetmişti.

Saate baktı. Çıkma saatleri gelmişti. Kimsenin onları uyarmasına fırsat kalmadan Amanda'ya dönüp saati işaret etti. Amanda da başını sallayarak onayladı ve lavaboya gideceğini işaret etti. Miranda da o sırada çantasını topluyordu.

Amanda gelince birlikte dışarı çıktılar. Amanda, Miranda'nın karşısına geçerek;

"Dudak okuyabildiğine göre doğuştan sağır değilsin? Ne zaman oldu? Nasıl oldu? Anlatmak istemezsen anlarım." dedi. Yani Miranda böyle bir şeyler dediğini tahmin ediyordu çünkü dudak okumada henüz çok iyi değildi. Bu soruyu cevaplamak istemedi. Zaten Amanda'ya konuşabildiğini söylememişti. Yolun ortasında kağıda yazı da yazamayacaklarına göre, ve bir de Miranda'nın bir telefonu olmadığını göz önünde bulundurursak, Miranda soruya cevap vermemenin, en azından şimdilik iyi olacağını düşündü. Henüz o kadar samimi değildi Amanda'yla. Henüz hiç kimseye anlatmamıştı evde yaşadıklarını. 1 saat önce tanıştığı bir kıza mı anlatacaktı.

Hayır, manasında kafasını iki yöne salladı. Amanda anlayışlı bir şekilde,

"Peki." dedi ve Miranda'nın sağına geçerek yürümeye devam etti. Sokağın sonuna geldiklerinde Amanda, Miranda'ya dönerek;

"Ben buradan ayrılıyorum. Çarşamba günü görüşürüz." dedi. Miranda da 'tamam, anlamında başını salladıktan sonra kıza el sallayarak öbür sokağa girdi.

Eve gitmeyi hiç istemiyordu. O lanet adamı ve aslında hiç annesi olmayan annesini görmek istemiyordu. Ama eve daha fazla geç kalırsa kızacaklarını biliyordu. Bu da daha fazla dayak demekti. Kaçınılmazı geciktirmenin manası yoktu. Derin bir iç çekerek eve doğru yola koyuldu.

Sokakta yavru bir köpek gördü. Sahiden çok tatlıydı. Hava çok soğuk değildi, Ekim ayının başındaydılar ve Florida hala sıcaktı ama köpek üşüyor gibiydi. Aç olmalıydı. Aslında hayvanları çok severdi Miranda, tam bir hayvan severdi, hatta hep bir köpeği olsun istemişti ama elbette ki üvey babası izin vermemişti. Hatta bunun için başlı başına bir dayak yemişti. Köpeğe yemek vermek istedi ama ailesini kızdırmak istemiyordu. Umarım başkaları seni doyurur yavru köpecik, diye geçirdi içinden ve eve doğru yoluna devam etti.

Evin kapısına geldiğinde çantasından anahtarını aramaya başladı. Kapıyı çalarsa yine gereksiz yere kızacaklar, neden kapıyı anahtarınla açmıyorsun falan diyeceklerdi. Boşuna başa bela almaya gerek yoktu.

Eve girince üvey babasının salonda yattığını gördü. Aslında hiç ona gözükmeden odasına gitmeyi planlıyordu Miranda, ama üvey babası onu gördü ve eliyle gel işareti yaptı. Miranda korkak adımlarla adamın yanına girdiğinde, adam, pantolonun kemeriyle oynuyordu. O kemeri mi çıkartıyordu? Neye uğradığını şaşıran Miranda, adamın çıkardığı kemerle ne yapacağını anlamamıştı. Ama anlaması da uzun sürmedi.

Adam Miranda'ya vahşi bir bakış attıktan sonra bağırmaya başladı. Ne dediğini anlamak çok zordu Miranda için aslında ama, eve geç geldiği için bir şeyler dediğini anlamıştı. İyi de o zaten söylemişti okulda ek derse kalacağını. Tamam, yalan söylemişti ama adam bunu bilmiyordu ki. Tek derdi kıza işkence etmekti.

Kemeri aldığı gibi kızın sırtına vuran adam, kızın çığlıklarını hiç umursamıyordu. Hatta bu çığlıklar muhtemelen adamın hoşuna gidiyordu. Hırsını alamamış olacak ki, daha hızlı ve seri bir şekilde kemerini rastgele sallamaya başladı. Kızın neresine denk gelirse. Kollarına, bacaklarına, sırtına ve hatta suratına.

En sonunda acıdan bayılmak üzere olan kız, daha sıcak bir elin tenine değmesiyle irkildi. Gözlerini yavaşça açtığında, annesinin yüzünü gördü. Kadın çok da üzgün görünmüyordu. Ya da endişeli. Ama yine de kızının bu kadar dayak yemesi onu az da olsa rahatsız etmiş olmalıydı. Kızı yavaşça koltuk altlarından tutup sürükleyerek odasına getirdi ve yatağa yatırdı.

Kadın odasından çıktığında Miranda, uzun zamandır ağlamadığı kadar ağlamaya başladı. O ne yapmıştı ki tüm bunları hak edecek kadar? Tek suçu bu kadının çocuğu olarak mı doğmaktı?

O sırada kadın tekrar odaya girdi. Elindeki tepsiyi yatağın üstüne bıraktı, Miranda'ya göz ucuyla bakarak odadan çıktı. Miranda zorlukla doğrulabildiğinde, tepsidekileri gördü. Bir parça bayat ekmek, peynir, zeytin ve çay. Oysa ki eve girdiğinde mutfaktan gelen nefis yemek kokularını duymuştu. Anlaşılan Miranda'nın hakkını da üvey babası yiyecekti. Zaten Miranda şu anda hiç yemek yiyecek halde değildi. Canı çok yanıyordu. Tamam her gün dayak yiyordu da kemer de neydi ki? Adam işkence tekniklerini mi geliştiriyordu?

Miranda yatağına gömülerek Tanrı'ya dua etmeye başladı. Her gece böyle yapardı. Hep dua ederdi. Ama hiç şükretmezdi. Elinde şükredecek hiçbir şeyi yoktu çünkü. Lanet bir anne ve üvey babaya sahipti. Neredeyse hiç arkadaşı yoktu. Cebine giren para simit almasına bile yetmiyordu. Her gün doyasıya dayak yiyordu. Ve ah... tabii bir de sağırdı...

Küçük Omuzlardaki Ağır  Yükler -askıda-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin