10.BÖLÜM "GECENİN TİTREYİŞİ"
Kızgın alevlerin arasından ceraatler dolup taşmaya başladığı anda yerin ve göğün yer değiştirmesini sağlayacak kadar büyük ve köklerini sağlam bir şekilde, küçük ama bir o kadar da güçlü olan kalbin içinden geçiren bir yemin döküldü mühür niteliği taşıyan dudaklardan.
Yeminin harf harf döküldüğü dudakların sahibi, ölümün içindeki karanlığı yarıp, elini uzatan kara bir melekti. Öyle ki cehenneme aitmiş gibiydi hatta cehennemin kendisiydi. Öyle kızgın, öyle büyük korları vardı. Cehennemin ateşi nasıl etrafında olanları yakıp kavuruyorsa geceden daha siyah olan kömür gibi siyah gözleri de öyle içimi kavuruyor, beni yakıyordu.
Uzun, kemikli parmakları bedenimde usul usul geziniyordu. Şu an yağmurun kapanmak bilmeyen büyük bir delikten geliyor gibi hızlı hızlı yağması birbirimizin ruhunun içinden geçip tek ruh olmamıza engel olamıyordu. Biraz önce yağmura karışan göz yaşlarım yüzümde kurumuştu ve yağmur yüzümdeki kuruyan yerleri bir anne edasıyla temizlemek istercesine usul usul yüzümü ıslatıyordu. Şu an Nevsal'in de benden farkı yoktu, sırılsıklamdı. Gözlerimi, onun gece güzelliğinde olan gözlerine çevirdiğimde dikkatli bir şekilde bana bakıyordu. Koyuluklarında kaybolmak istedim, o olmak istedim. "Ben zaten sen oldum, sende ben olacaksın." Söylediği sözler zihnimin içinde yankılanırken yüzümde hafif bir tebessüm ortaya çıktı.
Nasıl oldu, hangi ara onu benimsemeye başladım bilmiyordum ama şu an o olmaya, onun olmaya başlamıştım. Kendimden, hislerimden ne kadar kaçmaya çalışmış olsam da ona doğru çekilmeye başlamıştım. Tıpkı kara deliğin içine bir şeyleri çektiği gibi. Tek farkımız, benim ona yavaş yavaş çekilmemdi. Vücuduma sarmış olduğu uzun, kemikli ellerini yavaşça beni incitmek istemezcesine, kolumdan aşağı indirerek parmaklarıma kenetledi.
"Gidelim mi?" Sesi her zamanki gibi boğuk ve kısık tonundaydı. Konuşmaya başladığında tekrardan göğün gürlemesi ile ikisinin sesi birleşmişti. Onun sesi adeta içimizdekilerin yankısıydı. Sesindeki o ton karşısında her şey diz çökerdi sanki. Öylesine ruhuma işlemişti. Şu an gökyüzünün haykırışları bile onun sesinin yankısıydı adeta.
Gecenin titreyişiydi o.
Konuşmak için dudaklarımı araladığımda boğazıma bir şeyin saplandığını hissetsem de bunu Nevsal'e belli etmemek için yüzümü düz tutmaya çalıştım. "Gidelim." Yere düşen damlaların sesi bile benim sesimden daha iyi duyuluyordu.
"Araba geride kaldı, hadi gel." Şefkatli ve iç yakan bir ses tonu vardı. Ateşlerin, kızgın alevlerin ta kendisiydi sonuçta.
"Biraz yürüsek olur mu?"
"Gel bakalım. Arabaya kadar yürüyelim, titriyorsun. Daha fazla yürüyemezsin." Ellerimi daha da sıkı bir şekilde tuttu.
O söylemeyene kadar titrediğimin farkında değildim. Biraz duraksadıktan sonra başımı salladım. Yavaş adımlarla caddede ilerlemeye başladık. Yağmurun yer yüzüne değerken çıkardığı ses ve her adım atışımda ayakkabımdan çıkan topuk sesi birleşmişti. Dışarıdan ikimizde susmuş gibi görünsek de şu an ruhumuzun söylediği kelimeleri rahatlıkla duyabiliyorduk.
Arabanın yanına geldiğimizde, Nevsal kapıyı açıp binmem için bekledi. Yağmurda ıslandığı için ağırlaşan elbisemin eteklerini toplamak da zorlansam da birkaç saniye sonra arabanın içine oturabildim. Nevsal kapıyı kapatmasının ardından arabanın ön tarafından geçip arabaya bindi ve ısıtıcıyı çalıştırdı. Bana doğru dönüp baktığında elini çok yavaş bir biçimde yüzüme getirerek hafifçe dokunduktan sonra ıslanan saçlarımı elleriyle dağıttı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İHTİRAS
JugendliteraturTanrının birbirini tamamlamak için yarattığı iki kişi: onlar en az cennet ve cehennem kadar uzak iki dünyaydı; Lina ve Nevsal... Ya katran karasına bulanacaklardı ya da cennetin tertemiz kokusuyla buluşacaklardı. Siz hiç ihtirasın esiri oldunuz mu...