Yeşil gözleri dudaklarımda gezinirken ciddiyet yüzüne yerleşip alaycı sırıtışını yok etmişti. Kalbim göğüs kafesimden çıkmak ister gibi atıyordu. Yüzüyle aramda sadece milimetreler vardı. Başımı hafifçe kaldırdığımda Doruk'un geçtiği yere kaçamak bir bakış attım. Beni fark etmeden uzaklaşması içimdeki korkunun eriyip gitmesini sağlamıştı.
Benden bir nefes uzaklıkta olan Rüzgar'a cesaretimi toplayarak baktım. Başına geçirdiği kapşonundan taşan siyah saçlarının ucu yüzünü bana yaklaştırdığı için anlıma değiyordu. Belim kaslı kollarının arasında kaybolmuştu. Sesimi saklandığı derin çukurundan çıkartarak
''Rüzgar!'' diyebildim. Adını her söyleyişimde ağzımda bıraktığı tat çok tuhaftı. Sesim fısıltılı çıkmıştı ama şu anda yapabileceğimin en iyisi buydu. Az önceki korku ve endişemin yerini, heyecanla sarmalanmış ne yapacağını bilememe duygusu almıştı. Elimi kaslı vücuduna bastırarak aramızda konuşabileceğim bir mesafe yaratmaya çalışmam kocaman bir hiçle sonuçlanmıştı. Ona karşı gücümün hiçbir etkisi yoktu. Yutkunarak
''Artık gittiler, uzaklaşabilirsin.'' Dediğimde belime sardığı kollarını benden uzaklaştırmak yerine daha da sıkı sardı. Dudaklarının arasından çıkan ferah nefesi aramızdaki yok denecek kadar az olan mesafeyi aşarak boğazımı gıdıkladı. Gözlerim yarı kapalı olmasına rağmen onun yeşil gözlerideki yoğunluğu görebiliyordum. Bana neden hala bu kadar yakın olduğu sorusunun cevabını vermesi umuduyla gözlerine baktım ama bir şey elde edemedim. Gözlerine ifadesizlik etiketini çoktan yapıştırmıştı.
''Öyle mi? Peki ya uzaklaşmak istemiyorsam.'' Dediğinde onun da sesi fısıltılı çıkmıştı tek fark ondaki kendinden emin halin ben de zerresi omamasıydı. Konuşmasıyla birlikte dudakları dudaklarıma sürtünmüştü. Sadece ufak bir sürtünmeydi ama dudaklarım alev alıp uyuşmaya başlamıştı. Kurduğu cümleyi anlamak için beynimin birkaç kez tekrar etmesi gerekti.
Bilmiyordum. Şu an da ne yapmam, ne söylemem gerektiğini, hissettiğim karmaşık duyguların kaynağını ve neden bu kadar etkileyici olduğunu... Sanki beni tüm bilinmeyenlerin toplandığı bir yere atarak bunlardan biri yapmışlardı.
İnatla varlığını sürdürmeye çalışan aklımın küçük bir parçası 'Onu durdur!' dese de içimdeki karmaşıklık bu parçadan bariz bir şekilde ağır basıyor ve olduğum yerde durmaktan başka bir şey yapamamamın nedenini açıklıyordu. Gözlerimi kapattığımda Rüzgar'ın dudakları benimkilere hafifçe değiyordu. Vücuduma yayılan titreme ve onun etkileyici kokusu beni istila etmişti.
Bu dokunmadan daha ileriye gitmek istediğini belirtircesine belimden tutup beni kendine daha sıkı bastırdı. Tam nefesimi tuttuğum sırada nerden olduğunu kestiremediğim bir çocuk sesi
''Anneanne oydaki abiyle abla ne yapıyoylay?'' dedi. Bu sesle benim için duran zaman kavramı hızla akmaya deva etti. Rüzgar'ı daha sert ittirmeye başladım ama o bunu umursamıyordu. Şu an bulunduğumuz yerde birçok insan vardı. Ulu orta yerde bu halde olmamız onun için normaldi sanırım.
Üstelik bize birkaç metre uzaklıkta olan 5 yaşlarında iri kahverengi gözleriyle uyumlu kıvırcık saçları ve ısırılmak için yaratılmış yanakları olan küçük bir erkek çocuğu yanında anneannesi olduğunu tahmin ettiğim kadının kolunu çekiştirerek işaret parmağıyla bizi gösteriyordu. Çocuğun yanındaki kadın ellili yaşlarda ve aralarında tel tel beyaz olan siyah saçlarını topuz yapmıştı. Bize dik dik bakarken
''Bu gençler iyice azıttı. Ortalık yerde yapmadıkları kalmadı.'' Diye azarlayıp laf atıyordu. Bir yandan da torununun kolundan tutup çekerek bizi görmemesi için uzağa çekiyordu. ''Hiç çoluk çocuk var demiyorlar.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGAR 'SIZ ADA OLMAZ
Romans" Rüzgar! " bana bakmıyordu. Sırtı bana dönüktü. Onunla konuşmak istiyordum ama izin vermiyordu. Bana bir yaklaşıp bir uzaklaşması bu dengesiz halleri beni deli edecekti. Bir hışımla bana döndü ve delice bakan o yemyeşil gözlerini bana dikti. "...