"Eskiden gittiğimiz bir bahçe vardı hatırlıyorsun değil mi?" diye sordu Justin dönüş yolunda. Hatırladığımı belli ederek gülümsedim. "Hadi oraya gidelim." dediğinde ise ellerimiz tutuştuğu için onun gittiği yönden gitmeye başladım.
Justin ve ailesi buraya ilk taşındıklarında ikimizde on dört yaşındaydık ve kanımız kaynıyordu. Bir şekilde tanışmamızı geçtim,gittiğimiz bir bahçe vardı ve nasıl olur da sahibine yakalanmadan bu yaşımıza geldik hala daha aklım almıyor.
Bahçenin o dün gibi hatırladığım büyük ve kırmızı gül sarmaşıklı kapısı hala daha orada duruyordu. Kapının üzerinde "Köpek var!" yazsa da bu sadece bizim gibi gençleri buradan uzak tutmak içindi. Yıllardır o yazı oradaydı fakat yıllardır içeride köpek yoktu.
Kapının ardından gece olmasına rağmen yeşilliğini gösteren yüzlerce ağaç duruyordu. Ağaçlar erik,üzüm,elma ve kiraz olmak üzere kendi türleri ile beraber duruyorlardı. Her ağacın altında ya karpuz ya da çilek vardı ve hepsi belli bir düzende olduğu için göze hoş geliyordu.
"Sesi duyuyor musun?" dedi Justin bu bahçenin en önemli özelliğini kastederek. Bahçenin içinden geçen şelaleyi kastederek. Yaklaşık dört kilometre önceden başlayıp bu bahçeden geçen bir şelale vardı. Akan masmavi su,etrafındaki çimenler ve çitlerin ardından görülen uçsuz bucaksız vadi burayı bize cennetten bir köşe gibi hatırlatırdı. Şimdi düşündüm de;gerçekten orası cennetten kopmuş bir yerdi.
Bahçenin kapısını hiçbir zaman açmadığımız-daha doğrusu buna cesaret edemediğimiz- için yine yaptığımız gibi kapıdan tırmandık ve sarmaşıklara batmamaya dikkat ederek bahçenin içine girdik. Ben etrafıma baktığım sırada Justin çileklerin olduğu yere gitmiş ve ikimiz için toplamaya başlamıştı.
"Justin adam fark edecek!" diye bağırdım olduğum yerden ona doğru.
"Asıl sen böyle bağırırsan fark edecek. Hadi yürü." dedi ve şelalenin olduğu yere doğru yürümeye başladı. Onu takip ettim ve şelalenin yanına geldiğimizde hep oturduğumuz yanı mor çiçekler ve yeşil otlarla dolu kayanın üstüne oturdum. Justin çilekleri şelalede yıkarken bende onu izliyordum.
"En güzellerini seçtim." dedi elindeki çileklerle yanıma gelerek. Elinden bir tanesini aldım ve yemeye başladım. Justin'de bir tanesini yerken konuşmuyor,sadece vadiyi izliyorduk.
"Sana teşekkür ederim." dedim. "Hayatımın en güzel zamanlarını bana verdiğin için." bu sözlerim üzerine gözlerini devirdi.
"Ölecekmiş gibi konuşuyorsun." dedi sıkıntıyla.
"Zaten öyleyim." dedim. "Ne olduğumu biliyorum Justin,bana umut vermeye çalışma. Hem bana sorarsan ben böyle gayet mutluyum. Sonuçta mükemmel zamanlar yaşadıktan sonra gideceğim ve bana sorarsan yetmiş yaşında bir kadının bile yaşamadığı kadar güzel bir aşk da yaşadım. Ondan bile birikimim fazla." dedim ve Justin'in kucağından bir çilek daha aldım.
"Bana sorarsan o zamanlardaki aşklar daha güzeldi." dedi yetmiş yaşında kadınların yaşadığı aşkları kastederek.
"Farkındayım. Zaten o yüzden onları kullandım." dedim ve çilekten bir ısırık aldım.
"En kırmızısı oydu." dedi elimdeki çileği işaret ederek. Gülümsedim ve ona doğru uzattım.
"Hedefini çaldığım için özür dilerim." dedim. Bilirsiniz,hepimiz bir şeyleri yaparken kafamızdan "bu benim olacak" diye geçiririz ve daha sonra ona sahip oluruz. Ama ben bu hakkını Justin'in elinden almıştım.
"Zaten senin için koparmıştım onu." dedi ve burnumu öptü. Çileği ona ısrarla uzattığımda ise bir ısırık aldı ve geri çekildi. "Tadı o kadar da güzel değilmiş." dedi Justin.
"Dışı güzel olan her şeyin içi de o kadar güzel olmayabiliyor Justin." dedim. "Dışı kırmızı ama bak içi pespembe." çileği iyice gözlerime yaklaştırdım ve baktım. "Cidden öyle."
"Öğütlerin için sağ ol sevgilim." dedi ve beni kendine çekip kollarının altına aldı. Saçlarımı öptükten sonra kafasını oradan ayırmadan "Bana yaptığım en doğru şeymiş gibi hissettiriyorsun." dedi.
"Çilek hakkında mı? Çilekler güzeldir ve onu yemeliyiz Justin. Çilek yemek bana özel bir şey değil." dedim ona bakarak. Kıkırdadı.
"Her şey hakkında..." dedi. "Ama bana sorarsan en güzel çilek yeme ödülünü sana verirdim." dedi ve güldü. Güldüm.
"Sizi küçük hırsızlar!" diye bir adam sesi duyduğumuzda ikimizde arkamızı döndük. Kıvırcık fakat ortası açık saçları olan,hafif toplu ve orta boylu bir adam bize doğru koşturuyordu.
"Sanırım yakalandık." dedi Justin. Ona bakıp kafa salladığımda elimi tuttu ve bahçenin kapısına doğru koşmaya başladık. Aslında biraz tehlikeli olsa da-adam bizi polise verebilirdi-bu olaydan zevk almıştık çünkü ikimizde kahkaha atarak koşuyorduk.
Kapıya geldiğimizde Justin elimi bıraktı ve kapıdan atlayıp beni beklemeye başladı. Bende onun aksine kapıyı açtım ve çıkıp onun yanına gittim. İkimiz koşmaya devam ettik.
"O kapının açılabildiğini biliyorsun değil mi?" dedim bir ağacın altında durduğumuzda.
"Aslına bakarsan tırmanarak daha keyifli oluyor." dedi ve omuzlarını silkti. Ben ağacın altına çöktüğümde yanıma geldi.
"Hala daha biraz çileğimiz var." dedi ve elindeki bir avuç çileği gösterdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Die in Your Arms (JB Fanfiction)
Fanfic"Eğer kollarında ölebilseydim,karşı çıkmazdım." 29.04.2017