Just tell me what I gotta do Just to stay right next to you

81 7 3
                                    

Yazarın Ağzından

Tam üç gün...

Koskoca üç gündür gözlerini açmayan, gösterdiği tek yaşam belirtisi aldığı nefes ve kalp çarpıntısı olan kızın odasının önünde gözlerinde yaşları, kalpleri tek bir şeyi dileyen ve bunu kabullenmeyen dört kişi. Gitmeyen,oradan ayrılmayan, olanları kabullenmeyen, içerideki kızı ebediyete bırakıp buradan gitmek istemeyen dört kişi. Hayalleri, hayatı, sevdikleri ve bugüne kadar yaptığı her şeyi bu fani yerde bırakacak olan kızı bekleyen dört kişi. Onlara ölümü hatırlatan kızı bekleyen dört kişi.

Beklenilen her süre beklentinin düştüğü, kalplerin ateş ile yandığı, gözyaşlarının kuruyup yere bomboş bakıldığı ve merak duygusunun bütün bir koridoru sardığı o saatler tek istenen kızın gözlerini açması. Onlara bir şey söylemesi, iyi olduğunu belli etmesi... Ama hayır, daha beklemeleri gerek. Belki de beklentileri sonlandırıp cenaze hazırlıklarına başlamak.

"Burada işte." dedi anne ve kapıya elini uzattı. Ağlamaktan şişmiş,kan çanağına dönmüş gözleri, yine ağlamaktan kıpkırmızı olmuş bir ten ve bir kısmı yüzüne yapışmış, yapışmayan saçları dağınık bir şekilde önüne düşmüş hali ile bitkin ve kızını kaybediyormuş gibi görünüyordu. "Burada... o burada ve ben içeriye giremiyorum. Kızım içeride..." duraksadı ve artık akmayan gözyaşlarının yerini hıçkırıkları tamamladı. "...nefes alıyor, kalbi atıyor, benden sadece bir kapı uzakta değil mi? Neden orada olmama izin vermiyorlar? Kızımı görmeme neden izin vermiyorlar?" saçlarını ellerinin arasına alarak onları çekiştiren anneyi baba sakinleştirmek için yanına gitti. Ona sarıldı ve gözlerine baktı.

"İyi olması için..." söylediği şeye kendinin bile inanmadığı darmadağınık saçları ve anneyi aratmayan suratı ile belli oluyordu. Kızından umudunu o da kesmişti. Tek istediği bir an önce bunun son bulması ve sonucun gelmesiydi. En azından neye üzüleceğini bilecekti fakat şimdi kızına haksızlık yapıyormuş gibi hissediyordu. O daha ölmeden toprağa gömüyormuş gibi...

"Eğer onu doğurmasaydım şimdi ölecek durumda olmazdı." dedi anne kendini suçlayarak. Tanrı biliyordu ki bu dediğinin saçma olduğunu kendi de biliyordu. "Ona dediklerimi yapmasını söylerdim... Belki birazcık beni dinleseydi bunlar olmazdı. Belki biraz sözümü dinlese... Yatarken üzerini örtse mesela... kahvaltısını tam yapsa, yaptığım her şeyi yese... terlediğinde korusaydım onu olmazdı böyle. İçeride yatmazdı. Yanımızda olurdu,evimizde olurduk. Gülerdik..." ağlamaktan kesik kesik söylediği cümleler ile Justin gözlerini kapadı. Tek acı çeken onlar değildi. Kızın hayatının tek aşkı da orada acı içindeydi. Yanan ateşler içinde o da vardı.

Justin,kızı gösteren camın yanına gitti ve elini cama koydu. Onun yanında olmak için kanser olmak varsa olurdu da. Ölmek varsa yine ölürdü ama onu orada tek başına olmasına dayanamazdı. Orada, soğuk odada tek başına makinelere bağlı bir şekilde yaşama tutunmaya çalışmasına dayanamazdı. Tanıştıkları günden bu yana beraber atan kalplerinin arasına soğuk,mikroplu bir hastane duvarının girmesine dayanamazdı. Gözlerinden düşen yaşları elinin tersiyle sildi ve kafasını cama dayadı. Bu gözyaşları üç gündür durmamıştı, şimdi durmasını istemek ve durdurmaya çalışmak saçmaydı. Bu yüzden akmalarına izin verdi. Cama,yumruk yaptığı eliyle hafifçe vurdu ve kendini geriye çekti.

"Dayanamıyorum..." diye mırıldandı acıyla. Arkasını duvara döndü ve yere çöktü. Kafasını arkaya doğru attı ve her inanan insan gibi Tanrı ile arasında bir iletişim kurmaya başladı.

Herkese merhaba!!! Ben bu bölümü çok beğendim ve sanırım yazarlığım biraz daha gelişiyor. Betimlememin düzeldiğini bu bölümde çok iyi bir şekilde gördüm ve mutluyum. Lütfen bu mutluluğuma ortak olup yorum ve vote verir misiniz?

                     SİZİ SEVİYORUUUUUUM xxxx

Die in Your Arms (JB Fanfiction)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin