3 | Alparslan

7.2K 340 7
                                    

MERSA,

Kübra'nın masadan kalkması üzerine Şeyda'yla aramda sessiz bir bakışma geçmiş, ikimizde birkaç dakika içinde tabağımızı bitirmiş ve izin alıp  kalkmıştık. Şeyda'yla birlikte Kübra'nın odasına girdiğimizde, onu uyumuş bir şekilde bulunca, Şeyda sıkıntıyla oflayıp bana döndü.

"Ağlaya ağlaya uyumuş, mal." Dedi. Kardeşi için endişelendiğini, hatta üzüldüğünü bakışlarında görmüştüm ama ona rağmen hâlâ Kübra'ya hakaret ediyordu. İkisi, küçüklüklerinden beri böylelerdi. Alışmıştım.

"Hadi çıkalım." dediğimde odadan çıkıp, mutfağa girdik beraber.  Şeyda ikimize kahve yaptı, masaya oturduk.

"Ee?" dedim, "Anlat bakalım."

Gülümsedi. "Asıl sen anlat bakalım." Dedi. "İzmirdesin, mutlaka vardır bir kaç gelişme. Biz Hakkari'deyiz hep."

"Yaa," dedim alayla. "İzmir de olunca bir bok olduğu yok valla. Asıl olaylar burada bence."

Elinde ki kahveden bir yudum alırken birden kaşlarını çattı. "Aa, dur. Dün sen ne konuşuyordun Yiğit ve Çetin'le?"

"Yiğit?" diye sordum, kaşlarımı kaldırarak. "O kim be?"

Göz devirdi. "Dün konuştuğun çocuk işte."

"Haa," dedim. "Yeşil gözlü olan mı? Onun adı Alparslan ki."

Şeyda birden sırıtmaya başladı. "Sen çocuğun gözlerine mi baktın?" diye sorduğunda, abartılı bir şekilde göz devirdim tekrar.

"Mal mısın kızım? Konuşurken neresine bakacaktım? Saftirik misin?" Peşpeşe sorduğum soru ve hakaretlerden sonra, Şeyda bana ters ters bakıp "İyi be!" dedi.

Sonra birden aklına bir şey gelmiş gibi, "Yiğit'in soyadı Alparslan bu arada. Adı değil." Dedi.

Omuz silkip, "İlgilendirmiyor." dediğimde bana inanmazca baktı.

Kahvelerimizi bitirdikten sonra saat gece yarısı olduğu için uyumaya gittik. Nedeni bilinmez, o gece boyunca aklımda olan tek şey Yiğit ve bana o gün dediği şeydi. Şaşkınlıktan hiçbir tepki verememiştim ama şimdi yapsa, onun ağzına ederdim.

Babam benim en hassas noktamdı.

*

Günlerdir eve tıkılıp kalmıştım. Geçen gün bizim bulunduğumuz yere yakın bir yerde bomba patladığı için amcam dışarı çıkma yasağı getirmişti birkaç gün evvel. Tabi Şeyda bunu dinlememiş, sürekli dışarı çıkmıştı ama ben ve Kübra eve tıkılmıştık. Normalde böyle bir şey deseler dinlemem çıkardım ama buraya misafir olarak geldiğim için amcamın sözünü dinlemek zorunda hissediyordum. Kübra ise.. O amcamın sözünü pek dinleyen biri değildi ama bu kez amcamı dinlemişti ve günlerdir eve tıkılı kalmıştı.

Bu beni ve diğer bütün aileyi şaşırtmıştı çünkü dinlemeyeceğine emindik. Ama son günlerde olan melankolik hali, altında bir şeyler olduğunu hissettiriyordu bana.

Amcamın kolu iyice kendine geldiğinde,  kimseyi dinlemeden Yüksekova Komutanlığında ki görevine geri döndü. Bende tezim için gidecektim bugün, ama açıkçası canım bunu hiç istemiyordu.

Bacaklarıma siyah bir dar paça pantolon, üzerime ise askılı, göbeğimi hafif açık bırakan çizgili bir tişört giydim. Siyah, omzumun biraz aşağısında olan saçlarımı açık bırakıp, makyaj yapmaya üşendiğim için hiç bulaşmadan çantamı, dosyalarımı ve fotoğraf makinamı alıp çıktım. Dışarıda bekleyen taksiye binip, komutanlığa sürmesini söyledim. Yaklaşık on dakika sonra komutanlığın önünde durduğunda, ücreti ödeyip indim.

Demir parmaklıklarla sarılmış komutanlığın kapısında bir asker dikiliyordu. Kapıda ki askere doğru yürüdüm. Bana bakıp, "Buyrun?" diye sordu.

"Ben.. Ih, Murat Vatanoğlu'nun yeğeniyimde.. Bugün tez için-"

Asker sözümü kesip, "Mersa Vatanoğlu mu?" diye sordu.  Başımı salladım. "Kimlik?" dedi bu kez. Çantama yöneldim ve  cüzdanımı çıkarıp açtım fakat bir türlü kimliği bulamadım. Önümde ki asker sabırla beklerken elimle bir dakika işareti yapıp bu sefer çantamı karıştırmaya başladım. Ama kimlik hiçbir yerde yoktu. Sonunda bulamayacağını anlayıp, "Kimliğim sanırım evde kaldı. " dedim.

"Üzgünüm, sizi içeriye alamam o zaman."  dediği şey üzerine sinirle baktım askere. "Ne demek alamam? Adım Mersa Vatanoğlu! Yalan söyleyecek değilim!" diye sinirle konuştum.

"Bakın-" diyecekken asker, arkamdan bir ses geldi.

"Asker," diyen sesle, karşımda ki asker anında hazır ola geçti ve selam verdi.  Daha sonra önünde bulunduğu demir kapının yanından çekildi. "Buyrun komutanım." dediğinde, bedenimin hemen yanı başında başka bir beden hissettim. Yanımda durmuştu.

Bakışlarımı yana çevirdim ve kaldırıp ona baktım. O da birkaç saniye sonra başını çevirip yeşil gözlerini benim siyah gözlerime çevirdi. Ama başını eğmişti, çünkü boyum ondan bir hayli kısaydı.  Yüzünde yine her zaman ki sert ifadesi vardı, herkesi korkutacak türden bir bakış..

"Hanımefendinin derdi neymiş?" diye sordu, hâlâ bana bakarken. Bakışlarımı ondan çekip, önümde ki askere diktim.

"Komutanım, içeri girmek istedi ama kimliği olmadığı için alamıyorum." dediğinde, göz devirdim. Tam ağzımı açıp konuşacaktım ki, bileğime sarılan güçlü elleri hissetmemle donup kaldım. Bakışlarım direk bileğimi kavrayan elin sahibine, Yiğit'e döndü. "Ne yapıyorsun?" diye sorduğumda, beni umursamadan demir kapıya doğru yürüdü. Tabii ardından da ben sürükleniyordum.

"Sorun değil asker, benimle girebilir." dediğinde, asker hızlıca selam verip, "Emredersiniz komutanım!" dedi.

Komutanlığın bahçesine girene kadar beni bileğimden sürüklenmesine müsaade ettim, ama girer girmez bileğimi hızlıca ondan kurtardım. Bakışları bana döndüğünde, dün ki sinirimden dolayı onu umursamadan yanından geçip önümde ki binaya doğru yürüdüm.

"Teşekkür nedir bilmez misin sen?" diye arkamdan söylendi. Göz devirerek ona döndüm. "Sana asla teşekkür etmem." dedim, her bir kelimenin üstüne tek tek basarak. Başını iki yana sallayarak yürümeye başladı ve birkaç gün önce yaptığı gibi omzuma çarparak yanımdan geçti. Geçerken bir şeyler mırıldandı fakat anlamadım ve üstünde de durmadım zaten.

Çünkü beni sinir eden bir insandan fazlası değildi gözümde.

DOĞUŞTAN ASKER #Wattys2018Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin