Merhaba arkadaşlar.
Öncelikle, bu duyuruyu bölüm öncesi yazıp fazladan zaman kaybettirdiğim için özür dilerim ama yazmak istedim. İsterseniz okuyun, istemezseniz de direkt bölüme geçin, ben yine de yazmak istedim sadece. (gülüyor.)
Bu hikayeye başladığımda yeşereceğine dair hiçbir umudum yoktu. Çok fazla Dramione kitabı var ve içinden sıyrılmaz diye tahmin ediyordum. Bir beş okuyucuyla finali deviririz derken, yaklaşık 300 oldu. Çok büyük bir başarı mı, hayır değil. Ama yine de böyle olması çok güzel. Daha çok büyür müyüz Allah bilir, ama hiç okuyucusu olmasa da yazacağım ben bu hikayeyi. Yazmak kendimi iyi hissettiriyor. Hiç okuyucusu olmasa da.
Bu duyuruyu neden yaptım bilmiyorum ama içimde kalmasın istedim.
Ve ek olarak şunu da belirtmek isterim, benim hikayem Harry Potter evreninindeki zaman örgüsüne bağlı değil. Şu kitap ve şu kitap arasında geçiyor diyemem çünkü zaman dilimleri kitaplardan bağımsız. Biliyorsunuz ki karışık bir kurgu ve yönetmek için her türlü olayın getirdiği zamana ihtiyacım var. Ancak, Zümrüdüanka Yoldaşlığı, Melez Prens ve Ölüm Yadigarları üçlüsünden ele alabiliriz.
İyi okumalar. ♡
~
"Yazar'dan..."
Hermione, içinde yaşadığı derin çelişkili bir savaşın ardından, birkaç anlamsız mırıldanma çıkardı. Profesör Dumbledore, onun düşüncelerini iyice süzgeçten geçirmesine fırsat verirken, Madam Pomfrey daha fazla beklemeden çıktı. Genç kız, tedirginlikle bir şeyler söylemeye girişecekti ki, Dumbledore sağ elini kaldırarak onu durdurdu. "Bekle, Hermione. Önce beni dinlemeni isterim."
Hermione, Dumbledore'nin kendisine çekeceği azarı, bir yutkunuşla beklemeye başladı. Büyük ihtimalle ona neden orada olduğuna dair sorular soracak, görevi ile ilgili olup olmadığı konusunda sıkıştıracaktı. İşin kötü tarafı, Hermione bu hususta hangi tarafa ihanet etmesi gerektiğini bilmiyordu. Her ne kadar görevine sadık olsa da, Draco'yu ölüme biraz daha yakınlaştıracak olmak, vicdanı ve kalbi arasındaki o çizginin teklemesine neden oluyordu. "Bu yaşadığın konu, geçiştirilmeyecek kadar önemli."
Hermione gözlerini yummamak için büyük bir savaş verirken, Dumbledore tatlı tınısını korudu. "Ama bunu kendi aramızda, en azından şimdilik ertelemek zorundayız. Tabii, sadece ikimizin arasında erteleniyor. Dışarıya çıktığında insanların sana göstereceği muamelenin pek iyi olmayacağını biliyorsundur."
Ancak, Hermione Dumbledore'nin son söylediğini duymadı bile. Bu konunun ertelenmiş olmasının mutluluğunu yaşarken, aynı zamanda da onu erteleyecek kadar önemli olan mevzunun ne olduğu konusunda derin bir ürperme yaşadı. "Yoldaşlık, Hermione. Senin görevini biliyor."
Genç kız, gözlerine dolan neşeli parıltıyla, yataktan doğruldu ve üstündeki yorganı kenara attı. "Yani... Harry ve Ron?" Hermione, onların bir an için kendisiyle duyacağı gururu düşünüp mutlu olurken, bu çok uzun sürmedi. "Onlar hariç," dedi Dumbledore, Hermione ise gözlerindeki o parıltıyı yarı yarıya kaybetti. "Onlara şimdi söyleyemeyiz, Hermione. Ron bu işe bulaşmanı istemez, Harry kendisini suçlar ve yerine geçmeye çalışır. Henüz, zamanı var. Hem zaten biliyorsun, okulla ileşiği tamamen kesilmedikleri için onlar tam da bir Yoldaşlık üyesi değil. Ama sana söz veriyorum. Onlara söyleyen, sen olacaksın."
Hermione, ne kadar Dumbledore'yi haklı bulsa da omuzlarının düşmesine engel olamadı. Onu her şey yoruyordu. Draco, Dumbledore, görevi... Ancak en çok yoran da tüm bu yükün altından tek başına kalkmaya çalışmasıydı. Harry ve Ron'a gerçekleri avaz avaz söyleyememesiydi. "Seni Karargâhta bekliyorlar, Hermione."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Light or Dark -dramione-
FanfictionSağ elini burnuna götürdü, Hermione. Bu kokuyu biliyordu. Kan kokusu, tüm hücrelerine kadar işlemişti. Sadece eli değil, ruhu ve kalbi bu kokuyla doluydu. O kendini bu oyuna mahkum etmişti. Tahmin edilir ki, artık sonunu biliyordu. • Not: Bu kitapt...