Malikhane.
Burada çok şey yaşamıştı genç kız. Sanki koca ve tonlarca paranın kokusunu barındıran bu evi gördüğünde o anılar beynini karıncalandırıyordu. Hepsini tekrar tekrar yaşamak kötüydü ve kızın psikolojisi pek de normal olmadığı için geçmişte kalan şeylerin tazelenip önüne önüne konulması kadar doğal bir durum yoktu. Her şey bulanıktı, daima bir plan doğrultusunda ilerleyen Hermione'nin artık hiçbir yolu yoktu. Nasıl hareket etmesi gerektiğine onun dışındaki herkes karar veriyordu. İşte, hayatı boyunca birilerine fazla bağlanmaktan bu yüzden korkmuştu. Draco'ya değer vermek, sadece ona değer vermekle sınırlı kalmıyordu. Ona ve onun sevdiği her şeyi önemsemek zorundaydı. Narcissa Malfoy'u, Pansy Parkinson'u, Lucius Malfoy'u hatta Bellatrix Lestrange'ı... Durum böyle olunca sınırlar, savunulması gereken fikirler, taraflar hepsi birbirine karışıyordu ve hayatını müdahele etmesi gereken noktada başkalarının ellerine devrediyordu. Buna engel nasıl olunur bilmiyordu Hermione, daha önce kimseyi Draco'yu sevdiği kadar sevmemişti sanki. O herkesten farklıydı, ona duyduğu hisse karşılık olarak gelebilecek bir şey yoktu. Hastalıklıydı belki, belki de aşırı. Ama durum bundan öteye gidemiyordu. Işıklar kapanıyordu, renkler sönüyordu, hava kararıyordu ve geriye sadece onun mavi, parlak gözleri kalıyordu. Acı veren ama o acıyı da sevdiren masmavi gözler...
"Granger," Kulağını okşayan yumuşak tınıyı duyunca başını kaldırdı Hermione. Draco'nun sesi irkilmesini sağlamaya çalışan bir ses değildi, aksine haftasonu çocuğunu kahvaltı için uyandırmaya gelen bir annenin sesi gibiydi. Sakin, huzurlu ve amacı sadece uyandırmak olan bir ton... "Bak, bunun senin için zor olduğunu biliyorum. Dolayısıyla benim için de zor oluyor. Ama elimden başka bir şey de gelmiyor işte. Bunun için beni suçlamanı istemiyorum. Ve, sana yardımcı olmak için elimden geleni yapacağım. Yani sordukları veya söyledikleri herhangi bir şeye cevap veremeyecek gibi olursan beni dürt-"
"Nasıl konuşulur biliyorum Draco," dedi genç kız güler gibi. Çocuğun bu telaşı komik gelmişti çünkü genelde böyle durumlarda konuşamayan o oluyordu. "Tamam Granger, en iyisi sensin biliyoruz. Sadece geçen seferi hatırlatmak istedim. Karanlık Lord'u gördüğünde yataklara düşmüştün?" Hermione duraksadı ve tek kaşını kaldırıp Draco'ya baktı. Draco ise onun gibi durmak yerine yürümeye devam ederek omuzunu silkmişti sadece.
"Malfoy Malikhanesi'ne yaklaştıkça Malfoylara has egoistlik yavaş yavaş bulaşıyor sana herhalde!" dedi genç kadın, yüksek sesle. Draco'nun arkası dönük olsa da gülümsediğine hemen hemen emindi. Onun bu hallerini o kadar iyi biliyordu ki. Sanki ondan kilometrelerce uzak olsa da, mimiklerini gayet iyi seçebilecek pozisyonda hissediyordu kendini. Ve bunu bir yetenek gibi görüyordu çünkü Draco gerçekten duygularını çok iyi saklıyordu. "Unuttun mu Hermione, ben bir Malfoyum."
Hermione, Draco'nun peşinden koştu ve ona yetişti. Biraz nefes nefese kalmıştı ama kendisini hızlı toparlayabiliyordu. "O zaman inine hoşgeldin Malfoy," dedi ters ters. Alnına yapışan dalgalı saçlarını ittirdi ve alaylı alaylı gülümsedi. "Bu gördüğünüz evimsi sarayda, itinayla insanlar öldürülür. İçeride Büyücülük Dünyasının görüp görebileceği en boktan şeyler var. Ve, bu yanımdaki sarışın çocuk da buraya ait olduğu için kendisiyle gurur duyuyor. Çünkü o bir Malfoy. Tebrikler Draco Malfoy." Draco, keyifli ve keyifsizlik arasında gidip gelen bir sesle güldükten sonra, "Sen de bir Malfoy olacaksın, şimdilik Granger olan Hermione."
Bum.
Hermione'nin tüm beyin fonksiyonları birbirine girmişken, öylece kalakalmıştı. Draco böyle bir şeyi ilk defa söylüyordu. Genelde, sonlarının hep ölüm olacaklarını konuşurlarken, böyle bir hayal onu çok şaşırtmıştı. Sahiden olur muydu? Hermione Malfoy. Kulağa gerçekten trajik geliyordu ama sevimliydi de. Çok toz pembeydi, çevredeki siyahlıkların inkarcısı gibi. Sonra Malikhane'ye yaklaştıklarını farkedince hızlı bir şekilde cevap verdi, çünkü konuşmanın burada noktalanmasını istemiyordu. "Seninle evleneceğimi nerden çıkardın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Light or Dark -dramione-
FanfictionSağ elini burnuna götürdü, Hermione. Bu kokuyu biliyordu. Kan kokusu, tüm hücrelerine kadar işlemişti. Sadece eli değil, ruhu ve kalbi bu kokuyla doluydu. O kendini bu oyuna mahkum etmişti. Tahmin edilir ki, artık sonunu biliyordu. • Not: Bu kitapt...