Bazı insanlar, acıya bağışıklık kazanır.
Ruhsal açıdan çöküntü yaşayan insanlar için fiziksel herhangi bir eziyet, bir yıkım değildir. Psikolojik tüm felaketlerin tadına bakan bir insan, fiziksel bir acıya sadece üstüne atılan bir toprak niyetine bakar. Bedensel yapılan her şey geçicidir, ama insanın yaşadıkları bir ok gibi göğsüne saplanıyorsa somut anlamda bir şeyler saplanmasının hiç önemi yoktur.
Ama bazıları da bunu anlayamaz. Hissetmekten, sevmekten, sevilmekten, kaybetmekten, üzülmekten hiçbir şey anlamayanlar fiziki bir acının çok önemli olduğunu düşünür. Bu yüzden, bir insanın bedenine ne kadar eziyet ederse etsin ruhu yaralı olduğu sürece, etki etmeyeceğini anlayamazlar.
İşte kızın yaşadığı buydu.
Boş bakışlarla, düştüğü çöplüğü süzerken, elindeki kelepçelere bakarken hiçbir şey hissetmiyordu. Hissetme duygusunu yitirmiş gibiydi, düşünmesi gereken her şey buhar olup uçmuştu. Mutluluk anlamsızdı, çünkü mutlu olunca değişen bir şey olmuyordu. Üzüntü, keder, kibir, hırs... Hayatını kontrol edemediğin sürece hiçbir anlamı yoktu. Hayatını kontrol edemiyordu, çünkü her şey onun sınırları dışında gerçekleşiyordu. Birilerinden nefret etmek istedi, ama beceremedi. Çünkü nefrette bir duyguydu, ancak kız onu bile hissetmekten uzaktı.
Etraf o kadar sessizdi ki kalp atışlarını, iç organlarının sesini duyabiliyordu. Bundan hiç hoşlanmadı, çünkü ne oluyorsa o hayatta olduğu için oluyordu. Bir gün ansızın ölebilmeyi, çok isterdi. Ne için yaşıyordu ki? Her gün ölme riskiyle yaşayan biri, gittiği yolun sonunu görmeyen biri neden hala yaşıyordu? Dumbledore'un görevi için mi? Hayır. Bu görev, kıza sınırlarını göstermişti. Kendi iyi kız çizgisinden nasıl çıkabileceğini biliyordu, istese o görevi bir el çırpmayla bitirebileceğini de. O Draco için yaşıyordu. Aptalcaydı, olmaması gereken bir şeydi ama öyleydi. İnkar etmek mantıksızdı. Aldığı her nefes onun içindi.
"Neler düşünüyorsun sen öyle?"
Duyduğu, kibir kokan sesle başını kaldırdı kız. Kapıdaki, dalgalı saçlı, uzun boylu adam sanki ona yapacaklarının mutluluğunu taşırcasına sırıtıyordu. Hermione, onu kimin tuttuğunu öğrenebilmek için koluna bakmaya çalıştı, kazağının kolunu sıyırmıştı ama orada herhangi bir Ölüm Yiyen damgası görememişti. Voldemort'un müridi değilse, kimdi bu adam?
"Aaa, sevgili Dumbledore'un biricik öğrencisine saygıyı öğretmedi mi yoksa, Granger?" dedi adam, iğrenç bir tebessümle. Kızın yanına doğru gelirken, Hermione kurumuş dudaklarını ıslattı ve bir süre sonra, "Ben Dumbledore'un hizmetinde değilim," diyebildi. Adamın kaşları havaya kalktı, "Eh, o da bir teori." diye mırıldandı. Genç kız bir an Draco'nun söylediklerini düşündü. Sihir Dünyası senden nefret ediyor, sana bir komplo düzenlenmesi normal. Olabilir miydi? Hepsi bu kadar basit olabilir miydi cidden?
"Benim adım, Jackson Patrick. Evet senin de, saygı kuralları gereği şu an elimi tutman gerekiyor, aynen böyle," dedi ve adi bir sırıtışla kızın elinin uzattığı eli tutmasını sağladı. Hermione, elini elektirik çarpmış gibi hızlıca çekti ve Jackson denen herife iğrenirmişcesine baktı.
"Benimle göz teması kurarken, zihnini kapatmalısın, Granger." dedi, Jackson, zevkten dört köşe olmuş bir tavırla. Hermione kaşlarını çattı, yoksa o Zihinfendar mıydı? Kız dehşete kapılmış gibi gözlerini hızla yere indirdi. Karşısındaki gerçekten kimdi? "Evet, Zihinfendar olduğumu anlayınca gözlerini kaçırdığına göre sakladığın bir şeyler var değil mi, Hermione Granger? Merak etme, ben birilerinden bir şeyler öğrenmek için yeteneğimi kullanmıyorum, huyum kurusun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Light or Dark -dramione-
FanficSağ elini burnuna götürdü, Hermione. Bu kokuyu biliyordu. Kan kokusu, tüm hücrelerine kadar işlemişti. Sadece eli değil, ruhu ve kalbi bu kokuyla doluydu. O kendini bu oyuna mahkum etmişti. Tahmin edilir ki, artık sonunu biliyordu. • Not: Bu kitapt...