Dışarıda ufak ufak yağmur atıştırmaya başlamıştı. Kurumuş çam ağacı dalları ve çamurdan bir yol üzerinde, derme çatma barakaların olduğunu farkettim. Oraya doğru yöneldim, orada beni kendine doğru çeken birşey vardı sanki. Yolda ilerlerken dikkatimi birşey çekti ufak barakaların arasında birşeyler. Daha yakından bakma isteğiyle oraya doğru yöneldim. Birazcık karanlıktı ancak orada canlı birşeyler vardı emin olmaya başlamıştım. Ben yaklaştıkça bir çocuk ağlama sesi de iyice yaklaşıyordu bana doğru.
Böyle bir yerde bir çocuk ne yapar ki diye düşündüm. Bu korkunç birşeydi. Kayıp olmuş olabilirdi. Burada terk edilmiş olabilirdi veya çok daha kötüsü bilemiyordum. Biraz daha yakınına gelince 2 3 yaşlarında bir kız çocuğu olduğunu farkettim. Sarışındı, saçlarına ise çamur bulaşmış yüzü gözü kirlenmişti. Ağlıyordu sürekli sessiz sessiz. Oturmuş dizlerini kendine doğru çekmiş. Belli ki kayıp olmuştu ve çok korkuyordu. Her insanin küçükken korktuğunda yaptığı gibi kafasını saklayınca, gözlerini kapatınca görünmez olacağını dönüşüyor olsa gerekti. " Merhaba, adın ne senin?" diye seslendim. Ağlamaya devam ediyordu. Duymamıştı ve elbette duymayacaktı. Ne yapabilirdim ki ?
Elimden gelen hiçbirşey olmayacaktı. Herşey okadar sessiz ve sakindi ki.Biran uzaklardaki çam ağaçlarına ve gök yüzüne baktım. O sırada aniden birşey beni darmadağın etti, biran heryer bulanıklaştı ve birkaç ayak sesi bağrışma ve bir çocuk çığlığı duydum. Soğuktu, tamamen soğuk birşeyler tarafından vurulmuş gibiydim. Önüme tekrar baktığımda ise çocuk artık orada değildi. Iki kadın tarafından zorla bir araca doğru götürülüyordu..
Çocuk sürekli çığlık atıyor çırpınıyordu. Kadınlar zorla çocuğun ağzını kapatıyor, kapısı açık olan araca doğru zorla çocuğu sürüklüyorlardı. Aniden nefesim kesilir gibi oldu, birseyler yapmak istedim. Gidip çocuğu tutmaya çalıştım. Elim yalnızca kollarının içinden geçip gitti. Tutmaya çalıştım tutamadım da. İçimde çırpınıyordum adeta, olmuyordu. "Lütfen.." dedim. "Lütfen kal, gitme küçük kız. Götürmeyin!". Fakat arabanın kapısı suratıma sertçe kapandı. Ve patinaj çekerek uzaklaştı.
Uzaklaşırken pencereye vuran o minik ellerini görünce yalnızca içim yandı. Yok olup gitmek istedim. Derin bir nefes aldım fakat geri veremedim. Hala o noktaya bakıyordum. Herşeyi unutmuştum. Her insan sonsuzluğu isterdi, sonsuz olmayı değil..
Orada, kararmış havada gökyüzüne baktım uzun uzun. Yıldızlar hayal meyal görünüyordu. Dünya boyle bir yerdi. "Olduğu gibiydi, olması gerektiği gibi değil". Birazcık kafamı toparladıktan sonra yapmam gerekenlere odaklandım elimden hiçbirşey gelmeyecekte olsa burak a ulaşmalıydım. Biliyorum o ne olursa olsun beni duyabilirdi, yani umarım. Yolda doğruca ilerlemeye başladım sağımda solumda çam ağaçlarının arasında rastgele yerlerde o silüetlerden vardı. Sonsuz bir bekleyiş içindelerdi sanki.
Herşey çok düşündürücüydü burda yolda giderken dalmışım, dikkatimi toparladığımda burak 'ın yaşadığı şehre gelmiştim. Caddenin tam ortasında duruyordum, araçlar vızır vızır etrafımdan geçiyorlardı. O anki tedirginlikle kaçmaya çalıştım sonra yeniden hatırladım kaçmasam ne değişecekti ki? Yavaş yavaş evine doğru ilerlemeye başladım, evde olacağını pek sanmıyordum, ama ilk oraya bakmanın mantıklı olacağını düşündüm. Caddeden aşağı doğru ilerlemeye başladım.
Yollar pek iyi sayılmazdı ama kimin umurundaydı ki insanlar yaşamından oldukça memnunlardı. Ne kadar saçma. Yaşadığınız hayat boyunca, can sıkıcı herşeyi sabrederek içinize atarak büyüyorsunuz ve üstüne sizden mutlu olmanızı bekliyorlar minnet etmenizi istiyorlar. "Saçmalık!" diye bağırdım. Biranda durdum, evlerinin bulunduğu mahalleyi geçiyordum az daha. Yavaşça sol taraftan mahalleye saptım.
Çöp tenekelerinde kediler yiyecek birşey arıyorlar, insanlar balkonlarında çaylarını yudumluyor, Rüzgar ağaçları sallıyor. Herşey okadar olması gerektiği gibi görünüyor ki aralarından birisi, bu hayata vedaya hazırlanınca aslında herşeyin olduğu gibi olduğunu ve hatta olacağını anlıyorlar. İşte insanlar, bazı doğru düşünceleri farkettiklerinde doğru yere yaklaşırlar ancak insanlar nankördür. Unuturlar ve alışırlar. Bugün o masada oturmanız, yarın artık onlarla aynı havayı soluyacağınız anlamına gelmiyor. Ama insanlar buna alışmış ve sizi her zaman arayacaklar. Ancak ne yazık ki düşündüğünüz gibi olmayacak. Size ait hiç birşey kalmayana kadar unutup alışacaklar ve hatta rahatlayıp sevinecekler.
Burak 'ın kapısına doğru yaklaştım içeri doğru baktım. Hiçbirşey görünmüyordu, öyle ki evde kimse olmamalıydı. Biraz düşündüm ve sonra tekrar yola koyuldum. Nerde olabileceğini biliyordum. Herzaman olmamız gerekipte bi zamandan sonra, artık hiç olamadığımız o yerde. Yeniden yukarı doğru ilerlemeye başladım. Yukarıda dağlar ve mezarlıkların olduğu bir tepe vardı. Cam ağaçlarıyla kaplı bir orman. Belki artık uğrama vakti gelmiştir diye düşündüm.
Yolda ilerlerken tanıdığım insanlara rast geldim. Sıradan hayatlarına devam ediyorlardi. Çarşıdan yukarı doğru ilerlemeye devam ettim. Yukarı doğru dümdüz bir yol vardı. Caddenin iki tarafında da evler ve bazen ara sokaklar vardı. Bir ara kafamı sağ taraftaki karanlık caddeye çevirdim. Karanlık ve sislerin içerisinde duran bir varlık vardı. Bu oydu hala buralardaydı. Nefesim kesilir gibi oldu. Korku heryerime dağılıyordu. Gözümü kapatıp açtığımda ise artık orada yoktu.
Hızlanmaya başladım. Çarşıdan çıkmıştım, artık tek tük evler vardı, ormanın olduğu kısıma doğru direk bodoslama giriş yaptım. Her yer ne kadar karanlık ve ıssızdı. Bana ise hala o eski huzurunu verebiliyordu oysa ki. Ormanın içinde yukarı doğru ilerlemeye başladım. Canımız her sıkıldığında, kendimizi bir nebze insan ve onun kirlettiği herşeyden uzakta bulmak istercesine, doğaya karışmaya çalışırcasına geldiğimiz yer. Bir nebze kafa dinlemek, derin bir nefes alıp kafa boşaltmak, sinir atmak için her zaman bizi bekleyen bu orman. Yukarda ufak bir ışık hüzmesi gördüm, evet galiba oradaydı. Sakince ilerlemeye başladım.
Oturmuştu, yüzü ise çökmüştü adeta. Rakı vardı önünde, rakı içiyordu. Her zaman yapmak istediğimiz ancak bir türlü, "Birgün, felekten bir gün yapalım" deyipte, hayal olduğu için gerçekleşmeyen bir şey daha. Bir bardak kendine ve bir bardak ise bana. Önünde alıştırmalık birşeyler ve telefonundan açtığı müzik. Daha fazla ne kadar yıkıcı olabilirdi ki hayat. "Burak.." diye seslendim. "Ben geldim kardeşim sonunda..". Ormanın derin sessizliği adeta daha da derinleşmişti. Bir yudum daha aldı rakısından. Şehri ayaklarının altına almış, tepeden izliyordu adeta. Tek başına, bu kadar çok içmesi iyimiydi bilmiyorum ama dayanırdı o, nelere dayanmamıştı ki?
"Burak.. Yardım etmen gerek bana" diye seslendim. Burakla yazdığımız tonlarca şey vardı, içinde türlü bilgilerin olduğu türlü defterler, notlar, araştırmalar. Hayatımızdı bu düşünmek araştırmak tartışmak ve müzik, kitap. Ancak ikimizinde, birbirine etkilenmemek icin vermedigi ozel günlüklerimiz vardı. İçinde metafiziksel, psikolojik, araştırma ve çizimlerin olduğu, bizim dilimizden olan günlükler. Ancak içinde nelerin olduğu ise ikimizde, birbirimize tartışırken bahsetmediği müddetçe bahsetmediğimiz şeylerdi. Ve şuan bana ait olanların birçoğu miradaydi.
Bu onun hayatı için çok tehlikeliydi. "Burak, o günlükleri bulup koruma altına almalısın, bunu neden istediğimi biliyorsun, beni duyuyorsun biliyorum. Lütfen, sadece lütfen beni duy.." diye seslendim omuzundan tutarak. Hiç tepki vermemişti, tahmin ettiğim gibi. Bazı şeyler ortaya çıkmamalıdır. Özelliklede bir insanın kendi özeline dair olan şeyler. Ormanda uzandım bir tarafa, gök yüzüne bakmaya başladım. Yıldızlar okadar net görünüyordu ki adeta herşeyi unutturuyordu.
"Burada ömür boyu kalabilirdim " dedim aynı anda burakta aynı şeyi tekrar etti. "Hep böyle söylerdik hep, ah ah kader ne hallere sürüklüyor insanı" dedi. Derin bir iç cekti. O an kendimi toprağın içine çekiliyormuş gibi hissettim. Dünya herşey hala ağır geliyordu. Beni sonsuza dek çekecek ve ben artık buna direnemiyordum. Kendimi bu sefer serbest bıraktım ve artık adeta sonsuzluğa doğru düşmeye başladım..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PSİKOMANİA #Wattys2018 #13Psiko
ParanormalÖlüm ve Yaşam arasındaki ince çizgide ne kadar düz yürüyebilirsiniz ki?