Gök yarılıyor, kapkaranlık bir renge boyanıyor bütün herşeyiniz çekim gücünden yavaş yavaş parçalanıyor sesler bulanıklaşıyor. İşte yok olmak ve en derin kabusa adım atış. Tamamen yeryüzünden karanlık bir ortama düşüyordum ilk fark ettiğim şey ise sert bir zemin. Ilk defa birşeyleri his etmek acımasızca geliyor. Neredeydim ?. Saf bir karanlık vardı ancak huzur verenlerden değil. Anlamsız sesler içerisinde kalıyordum yine.
Sanki duyduğum şeyler beni yavaş yavaş çürütüyor yok ediyor dayanamıyorum. Daha sonra aniden herşey durdu. Bir saat sesi duymaya başladım. Tik tak.. tik tak.. Anlaşılan eski nesil bir taneydi çocukluğumda hep içimi ürpertenlerden. Bir gece uyumaya çalışırken yine bu sesleri duymuştum çocukluğumda, üst katta uyuyordum herkez alt kattaydı. Sanki onun her tik tak deyişinde birşeyler adım adım yaklaşıyordu. Yorganımı üstüme çekmiştim korkudan.
Ancak uyuyamıyordum işte uyuyamayacaktım. Gecenin karanlığında kalkıp ürkek adımlarla saatin olduğu tarafa baktım. Sanki adeta bunu farketmişçesine ses tonu değişti. Nefes alış verişim bile titrekleşmişti. Daha sonra, ürkek adımlarla yaklaşıp onun sallanan mekanizmasını bozmuştum.
Iste o an içimi bir huzur ve güven kaplamıştı ve rahat bir nefes alıp yatağıma dönmüştüm. Gece bir kabus görüp uyandığımda ise hayatımın en korkutucu anını yaşadım. Tik tak... Tik tak.. Tüylerim diken diken olmuştu nefesim kesilmişti, sanki beynimin içerisinden vücudumun bütün heryerine işlemişti o ses. O günden sonra o saati hiçbir yerde görmedim.
Biraz kendimi toparladım. Aniden bir lamba yandı ve düz bir koridorda olduğumu farkettim. Koridor boyunca duvarlara asılmış portreler. Her bir portrede ise karanlık bir bölge vardı. Ayağa kalktım ışık yetersizdi okadar yetersiz ki koridorun sonu görünmüyordu. Duvarda ki portrelere sırayla bakmaya başladım. Hepsi bendim hepsi sırayla bana ait olan hayatlar gibi. Koridor üzerinde ufak çekmeceli masalardan vardı. Üzerinde kan kırmızı güllerin olduğu birer vazo ve hayatımda değer verdiğim kaybolan ve asla bulamadığım biçok ufak eşya ve fotoğraflar vardı.
Boğuluyor gibi hissetmeye başladım. Bunlar benimdi bana aitti ancak bunca zaman nerediydiler. Fotoğraflar ise daha berbattı hayatta beni tedirgin eden korkutan herşeyin özenle çizilip tasarlandığı şekillerdi. Bakarken kaçmamak için kendimi zor tutuyordum. Birazcık koridorda ilerledim artık gördüğüm portreler beni iyiden iyiye korkutmaya başlamıştı. Her fotoğrafta benimle aynı yasta olan çocukluk arkadaşımın olması gerekiyordu. Herzaman onunla oynardım küçükken onunla takılırdım. Ama hiçbir anımın içerisinde o yoktu. Tek başıma salıncaktaydım. Tek başıma kumda oynuyordum. Tek başıma bisiklet sürüyordum hep her zaman tek başıma mıydım?
Koridorun sonuna doğru baktım. Kıpkırmızı bir çift göz çok az seçilen boyalı bir yüz gülümseyen bir surat ile birşey bana doğru yaklaşıyordu. Geri geri gitmeye başladım. Burası resmen benim cehennemim olsa gerekti. O sirada tam olarak boğulmaya ve dengemi kaybetmeye de başladım. Başım dönüyordu. Ilk defa koridor duvarlarına dokunduğumu hissettim. Oradalardı fiziksel gibiler di tıpkı masalardaki ufak şeyler ve duvarda asılı bana doğru bakan resimler gibi.
En son yığıldığımı hissetmeye başladım heryer kararmaya başladı. Duvarlardan falan tutunmaya çalıştım olmadı ellerim kaydı patlamak üzere olan zihnim kendini bıraktı. Yere yığıldım. Tik tak... Tik... Tak..
Görüş alanımı yeniden kazandığımda yağmur yağıyordu. İçimden akıp gidiyor resmen beni temizliyorlardı. Bu gerçekten çok iyi gelmişti. Kahkaha atmaya başladım. Okadar içten okadar sakindim ki. Gök yüzündeki yüzlerce silüete bakarak Yüksek sesle iyice kahkaha attım. Derin bir ic çektim. Ayağa doğrulup etrafıma baktım.
Hava kapalıydı her yerde şimşekler çakıyordu. Yine yapayalnız yine bir başımaydım. Hiç bir hissin anlatamadığı hiçbir hissin bastıramadığı kocaman bir boşluk. Herşey düzenden bir ırak yarım kalmış eksiklikler hiç doldurulmamıştı. Heryerde kırgınlık tozları her taraf yorgunluk bulutunun içinde yalnızlık kıtasında herşeyin yarım ve bir parçası eksik kalmış şekliyle herşey gözler önündeydi. Hiçbir boşluk dolmayacaktı burada hiçbir his kalmayacak taki en sonuncusu da yok olana dek.
En büyük zaaf. Kaderin en büyük cilvesi. Herşey zıttıyla var olur. Bende bütün bu cilvenin zıttıydım işte, iyi olarak bilinen herşeyin zıttı. Birazcık ilerledim ve tuhaf bir şeyin ortasına balıklama daldığımı farkettim. 5 keşiş bir pentagram ve genç bir kadın.
"Aman ne hoş" diye mırıldandım. Yüzümü asarak. Keşişler ayin yapıyorlar genç kadın ise yerde çırılçıplak belki de yaşamak için çırpınıyordu. Bütün herşey tamdı ya ayin sonunda ne olacaktı ? Ben size söyleyeyim. Hiçbirşey. Hayalleri arzuları anıları ve sevdikleri ile ölen bir kadın ve öldüren 5 katil. Fakat insanin içinde bitmek tükenmeyen gizem merakı belirli kafa yapan bitkisel ürünlerle birleşince işte size sonuç.
Boşu boşuna kurban edilen insan ve bundan haz alan hissizler ordusu. Bu insanlar nesillerden nesillere aktardıkları bu şeytani arzularıyla aslında insanlara bir ders anlatıyorlardı. "Hiçbirşey zıttı olmadan var olamaz" evet onlarda normal olan seylerin zıttıydı. Arkamı döndüm ellerimi cebime sokup uzaklaşmaya başladım oradan.
O an kafama dank etti. Mira ya ne olmuştu bunca zaman nerelerdeydim. Burası neresiydi. Sesler sesler fısıltılar. Herşey karma karışıktı. Evrenin her noktasından gelen sessiz gürültüler dahil herşey çok kafa dağıtıcıydı. Hızla hareket etmeye başladım. Durmaksızın tanıdık bir ses bulana kadar devam edecektim. Çünkü öteki türlü herşey üstüme doğru geliyor gibi oluyor adeta boğuluyordum. Iki konuşan insan sesi duydum, bunlar bana biryerden tanıdık geliyorlardı direk oraya doğru yöneldim.
Bütün araçların arasından bir hiç gibi geçiyor biran olsun mantıklı düşünmüyordum. Sonra aniden durdum. Bir evin önünde. Eski bir evdi terkedilmiş gibi. Açık kapısından içeri daldım. Ince bir gaz lambası altında iki kişi vardı. Eski tahta bir masada oturmuş konuşuyorlardı. Birazcik daha yaklastim. Bu buraktı. Ve karşısındaki de mira idi. Adeta şok geçiriyordum. Burak beni duymuşmuydu. Bu mümkün olabilir miydi.
-"Kendine gelmelisin mira.."
+"Ben yeterince kendimdeyim burak.."
-"Peki tamam anlıyorum bak ama bu şekilde olmaz. Hadi gel burdan bizim eve gidelim. En azindan buradan daha güvenli. O da böyle isterdi biliyorsun."Mira yeniden göz yaşlarını tutamadı. Burak derin bir iç çekti. Ikisinin de ne kadar kötü bir durumda olduğunu anlayabiliyordum. Peki neden onlar beni bir türlü anlayamıyorlardı bu lazımdı. Bu dayanılmaz acı ve yalnızlığı bastırmak için gerekti. O an farkettim mira gözlerini direk bana dikti. Biran nefesim kesildi adeta başımdan aşağı kaynar sular döküldü. "N.. ne nasıl yani?!" diye kendi kendime bağırdım resmen
-"Pekala burak bu sefer dediğin gibi olsun." dedi
+"Neden sen olduğunu şimdi daha rahat anlıyorum." dedi burakta.Gözlerine bakınca mira nın o an herşeyin durduğunu hissettim. Bambaşka bir dünyaya açılan kapı gibiydi gözleri öylece dalıp gitmiştim resmen. Okadar özlemiştim ki onlara yeniden bakmayı
O sıra burak mira ya baktı ve "Nereye bakıyorsun?" dedi.
Biranda bütün o rüya aleminden çıkıverdim.
-"Hiç, hiçbiryere. Dalmışım biraz kusura bakma ya" dedi mira.
Burak günlüğümü ve diğer kitapları topladı sırt çantasına attı. İçim o anda biraz rahatladı. Sonra kalktı ayağa çantayı alıp.
+"Hadi gidelim ozaman." dedi
Uzattı elini ve kaldırdı mira yı.
Bir koluyla mira nın yürümesine yardımcı oluyor bir yandan da sırtındaki çantayı tutuyordu. Yavaşça yanımdan dışarı doğru çıktılar. Arkamı dönüp dışarı çıktığımda burak onu bir arabaya bindirdi kendi de sürücü koltuğuna geçti ve usulca uzaklaştılar. Derin bir oh çektim. Yağmur hızlanmıştı yavaş yavaş caddede ilerlemeye başladım bende..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PSİKOMANİA #Wattys2018 #13Psiko
ParanormalÖlüm ve Yaşam arasındaki ince çizgide ne kadar düz yürüyebilirsiniz ki?