Bölüm 8 / Kibrit

4.9K 298 189
                                    

Tatil köyünün tamamı ile birlikte kararan evimizde yanan şöminedeki ateşin yaydığı ışık dışında hiçbir aydınlık belirtisi yoktu. Aydınlığı kaybettiğim ilk anda yerime ziftlenmiş gibi kalakaldım. Yanan ateşin çıtırtıları, dışarıdaki ateş böceklerinin vızıltıları ve aralıklı olarak uluyan kurdun sesi... bana eşlik eden yalnızca bunlardı. Bedenim kaskatı kesilmişti.

Yutkundum. Karanlıktan korkmazdım ama şu an yapayalnızsam korkmalıydım. Ne yapacağımı, başarabildiğim ölçüde düşündüm. Bedenimin titrediğini hissederken; daha önceki gelişlerimizde, ormana yaptığımız gece yürüyüşlerinde kullandığımız büyük el fenerinin yine bildiğim yerde olmasını dileyerek telefonumun flaşını açtım ve etrafıma tutarak yerimden kalktım.

Girişe yakın bir alandaki ayakkabılığın en alt kısmındaki çekmeceleri titreyen ellerimin el verdiği ölçüde kontrol ettim. İçtiğim ilaç etkisini göstermeye başlamıştı ki üzerimde tüm gerginliğime rağmen bir ağırlık hissediyordum. Her an bayılacakmışım gibi hissediyordum.

Aradığım feneri bulmamla tamamen olmasa da rahatlarken el fenerini yaktım. Telefonumdan çok daha fazla ışık yaydığı kesindi. Karanlıkla bütünleşen sessizlik içimi ürpertirken; elektrik tüm tatil köyünde gitmiş gibi dursa da evin içindeki şalterlere baktım. Hepsi yukarıdaydılar.

Gözlerimi elektrik panosundan çektiğim anda evin kapısı tıklatıldı. Sadece iki tık. Gözlerim hızla kapıya çevrildi. Bedenimden soğuk bir dalga geçti. Bir an durdum ama başka bir ses gelmemişti.

Kapıdaki her kimse bu kez bir kanıta sahip olmak için elimdeki telefonun kamera kısmına girdim ve video kaydına bastım. Telefonun flaşını açtım.

Kapıya yöneldim telefonumu önümde tutarken. Ahşap kapının gözetleme deliği yoktu. Bu yüzden kulpu feneri tutan elimle kavrayıp duraksadım ve kapıyı açtım.

Karşımda kimse yoktu. Bir adım atıp çıktığımda ayağımın çarptığı sert bir şeyin devrilerek tıkırtı çıkardığını fark etmemle birlikte olduğum yerde kaldım.

Yere doğru, kameramı da çevirerek, baktım. Yan devrilmiş, fazlasıyla gerçekçi, dizime kadar uzanan yapay bir çam ağacıydı. Yılbaşı için süslenen ufak ağaçlara benziyordu. Saksısı ağır bir malzemeden yapılmıştı ve... dore kurdele. Ağacın gövdesi ile saksı arasındaki kısım dore renkli bir kurdele ile bağlanmıştı. Alpay'la yaşadığımız olay sonrası gelmeyen hediyelerden biri şimdi yeniden karşımdaydı.

Önce yerdeki ağaca bakmak ile bunu buraya bırakan her kimse onu görmek arasında hızlı bir seçim yapmak arasında hakkımı buraya bu ağacı bırakan kişiden yana kullandım ve hızla ilerledim. Evin kenarlarına, etrafa, göl tarafına ve ilerilere; kardaki birbirine karışmış adım izlerine basarak baksam da hiçkimse yoktu.

Ağzımdan çıkan soluklarım soğuk nedeniyle buharlı haliyle havaya yayılırken yürümekten nefes nefese kaldım. Etrafta hiçbir hareketlilik yoktu. Hala insanlar yoktu. Ama hediyeyi kapıya kim bıraktıysa saklanabileceği onlarca yer vardı. Yakınlardaki konteynırları yapabildiğim kadar kontrol ettim bu nedenle, içlerinde biri yoktu. Dakikalar içinde beynimin uyuştuğunu hissettim. Halsizleşmiştim.

Arkama döndüm ve kapıya yürüdüm tekrar. El fenerinin ışığını kapının önünde duran ağaca tuttum. Eğilip ağacı kaldırdım. Ve o an kurdeleye iliştirilmiş olan kırmızı kaplı, beyaz çizgili, buraya ait bir logoya sahip bir kibrit kutusu gördüm. İrkildim. Kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Kibritin yanına yapıştırılmış küçük zarfı kibriti avucumda kavrayarak aldım ve yine bir şiirle karşılaşacağımın bilinciyle zarfın içindeki kağıdı çıkarıp okudum.

'Bir küçük kibritle aydınlatır geceyi.
Ateşi seven kız izler alevleri.
Karların içinde bekliyor nihayeti.
Ormanda yankılanır yapayalnız sesi...'

AltÜst Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin