Yaşlılar erken uyanır düşüncesiyle sabahın köründe Langdon telefonla arayıp Carl'ı uykusundan uyandırdı. Carl irkildi, ve telefona cevap verdi. Langdon 6'da Floranse'ın otelinin önünde buluşacaklarını söyledi. Carl elbiselerini aldı. Giyindi. Niye sabahın köründe uyanmak zorunda oldukları konusunda homurdandı. Saatine baktı. 5'ti(!). Dışarı çıktı. Son model, generallik hediyesi Mercedes'ine bindi. Gururlanırken Langdon'ın arabasına bineceklerini hatırlayınca bu gururu geçip gitti. Vardıklarında Florance ve Langdon, arabada konuşuyorlardı. Carl'ı görünce hemen yanına sürdü Langdon. "İyi uyudun mu?" diye sordu Langdon. Carl çok iyi uyuduğunu söyledi. Çok vakit kaybatmeden yola çıktılar. Yollarda tek tük arabalar vardı. Hızlıca St. Peter'e ulaştılar. Gerçekten çok hoş bir kiliseydi. Bakımlı ve ihtişamlıydı. Tabii bu yüzden Boston'un şaheserlerindendi. Ama akıl hastanesi için aynısı söylenemezdi. Dışardan bakıldığında eski bir barakaya benziyordu. İçi daha da kötüydü. Boyalar dökük, duvarlar çatlak, koku ise leş gibiydi. Böylesine büyük bir zekayı böyle bir yere tıkmanın amacını anlayamadı. Adama çok acıdı. Florance'a da nefret duymaya başladı. Hasta kayıt'daki bayana Langdon kendini tanıttı ve olayı anlattı. Bayan onları müdüre yönlendirdi. Müdür, Fred için gerekli işlemleri yaptı. Daha sonra ise Carl'ı gerçekten acındıran ve Florance'a karşı olan nefretini çok daha arttıran bir şey söyledi. "Fred bu hastanede tam 17 yıl kalmıştı; ama bir kere bile ziyaret edilmemişti. Florance omuz silkti:" Çok işim vardı; ayrıca bütün dünyanın neftetini kazanmış bir adam neden benimkini kazanamasın ki?" Carl Florance'ın son sözleri ile ne söylemek istediğini anlamadı. Bu arada müdür kapıya yanaştı, ve onları Fred'e götürdü. Carl asıl şoku işte o zaman yaşadı.
Fred'in kaldığı koğuş o akıl hastanesinin en kötü yeriydi, pis kokuyordu. Her yeri dökülüyordu. Duvarların hepsi çatlamış, hepsinin boyası atmıştı. Fred ise çok acınası bir haldeydi.Sakalı neredeyse omuzlarına geliyordu. Üstünde yırtık pırtık eski, gri bir hastane elbisesi vardı. Gözlerinin altı alabildiğine şişmiş, kırışıklıklarıysa yaşlılığından olsa gerek bayağı fazlaydı. Çok acınası bir haldeydi. Carl Florance'ın babasını görünce nasıl bu kadar mutsuz görünebildiğine şaştı. Fred konuşmaya başladı: Benim için geleceklerini biliyordum! Beni ne için istiyorsunuz? Langdon konuya girdi: Sizi CIA ve FBI 'ın ortaklaşa kuracağı, devlet kaynaklı ve bağımlı bir departmanın danışmanlığı için istiyoruz. Aynı zamanda anlam veremediğimiz bir davamız var. Carl olanları anlayamadı. Ne demartmanıydı bu böyle? "Ne departmanı efendim?" deyiverdi Carl. Langdon gülümsedi: "Washington'da Senatörle de buluştum ve asıl bu konuyu görüştüm, zar zor izin koparabildim. Sana süpriz yapmak istedim. Artık yeni bir departmanımız var adını da senatörle DPS olarak - departmant of policean and science(polisiye ve bilim departmanı)- belirledik. Bize katılır mısın sevgili meslektaşım?" Carl çok sevindi ama aklına dehşet soru geldi. Langdon onun aklını okudu: "Merak etme, rütbelerimiz aynı kalacak". Carl rahatladı ve görevi aldığını söyledi. Fred'i hazırlanması için yanlız bıraktılar. Fred ise o dehşet sakallarından temizlendi. Langdon'la Carl nerede çalışacaklarını düşünüyordu. Boston federal binası onlar için yetersizdi çünkü bir labarautuvara ihtiyaçları vardı. Calvin Dynamics'i düşündüler. Ama Fred nerede olması gerektiğini biliyordu.
"Oxford!" dedi. "Labaratuvar kesinlikle Oxford'da olmalı, benim labaratuvarım orda.". Carl beyninden vurulmuşa döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmkansız
Science FictionBirileri doğa'nın kanunları ile oyun oynuyor... Hem de epey uzun süredir. Tüm olayların ortasında deli dahi bir bilim adamı ve bir Amerika departmanı bu oyunu çözmeye çalışıyorlar... Ancak başarılı olabilecekler mi? Fakat her şeyden önemlisi, bunun...