23; Şakalar ve Anma Günü

4.8K 408 120
                                    


Bölümlere şarkı koyarken zorlanıyorum artık, 18 sayfalık bölüm tek şarkıda bitmiyor. Genelde Düşüş yazarken dinlediğim müziklerin olduğu listeyi spotify'da "düşüş" ve kullanıcı adım renginozgun olarak beni bulabilirsiniz.

Lütfen her ne yapıyorsanız bırakın, sevdiğiniz içecek/yiyecekleri alıp en rahat koltuğunuza kurulun ve gevşeyin. Düşüş'ün yeni bölümü geldi! İyi okumalar!

"İçimde kötü bir his var, sana da öyle gelmiyor mu?"

Jane arabadan çantaları ve metalden yapılmış gibi görünen, ağır kutuları indirmeye çalışırken derin bir nefes alıp alnındaki teri sildi. Kol kasları aslında ne kadar güçsüz olduğunu ona bir kez daha gösterirken, Jane ağırlıkları rahatça indiren Colin'in kol kaslarının şişmesini ve inmesini kıskançlıkla izledi. Kendini içinde bulunduğu karmaşadan çıkarabilmek, büyük resme dışarıdan bakabilmek istiyordu ama kendini diğerleriyle birlikte arabaların arkasında bulmuştu.

Jane, buranın kendisi için özel bir anlamı olması dışında fiziksel olarak da garip göründüğünü biliyordu. Uzun, zayıf ağaçların tepedeki sarı yaprakların rüzgârla birlikte çıkardıkları hışırtıları dinlerken, kafasını kaldırıp göğe baktığında ağaçların yapraklının ayrıntılarını ve dallanıp budaklanmış köklerin arasındaki yuva yapmış kuşları görebiliyordu. Caelare'den uzaklaştıkça zehrin de azaldığı teorisi mantıklı gelse de, Jane kuşların ve ağaçların bu kadar sık olmasının farklı nedenler içerebileceğini biliyordu. Ayaklarının altındaki toprak yumuşaktı. Pamuk şekeri görünümündeki dağılmış bulutların yarattığı güzel gökyüzü manzarası da masmavi ve ferahlatıcı kokuyordu. Jane bu kokuyu daha önce duymamış olsa da doğal ve iyiye işaret olduğunu anlamıştı.

"Kötü bir his mi?" Colin yarım ağız gülümsedi, yaptığını bırakıp Jane'e uzun süre bakarken iyi olup olmadığını anlamaya çalışır gibiydi. "Kötü bir espri yapmamak için kendimi zor tutuyorum."

Jane onu endişelendirmemek için zoraki gülümsedi ama gözleri Helen'i arıyordu. Onları buraya Helen getirmişti ve bunun yeterince şüpheli olması bir yana, Jane burasının fotoğrafın çekildiği yer olduğundan emindi. Elindekini yere bırakıp arabanın bagajına yaslandı, ellerindeki tozu refleks olarak birbirine çırpıp temizlerken önündeki manzarayı anlamlandırmaya çalışıyordu. Sanki yeterince uzun bakarsa, o eski fotoğraf parçasını canlandırabilecek gibiydi. Şu an ezilmiş, kurumuş çimenlerin olduğu ince çizginin üzerinde bir zamanlar bir şeyler olabileceğini tahmin ediyordu. Tabela veya çit gibi şeyler olabilirdi, çünkü o hatta şans eseri ayakta kalmış bir tahta parçası var gibiydi. Şimdi büyük, boş bir beton çukuru gibi gözüken yerde bir zamanlar su olduğunu hayal ediyordu. Bank, tam da onun önündeydi. Jane ileriye doğru yürüdükçe belli belirsiz bir patikanın onları evlere götürdüğünü de biliyordu.

Döndüğünde Colin'in gitmiş olduğunu gördü. Herkes işin bir tarafından tutuyor, sırayla eşyaları taşıyordu. Jane, onların yol boyunca sırayla gözden kaybolduklarını görebiliyordu. Uzakta, Joce'un parlayan sarı saçlarını fark etti. Birden fazlasıyla yalnız olduğunu fark etti, araç da görüşünü kapatıyordu. Herkesin başka eşyaları almak için geri döneceğini bilse de onlara yetişme isteğiyle bagajda kalan son çantaya yöneldi, bu metal kulplu, ağır görünen bir çantaydı ve üzerinde elektronik kilidi vardı. Jane, bu kadar önemli görünen şeyin ne olduğunu anlayabilmek için kulpundan tutup kaldırırken kaşları çatılmıştı, sonra çantanın önünde bozuk bir el yazısıyla dikkatli taşıyın, lear'a aittir notunu görünce gülümsemeden edemedi.

Tam çantayı indirecekken, oldukça da ağırdı, bir anda bir el kolunu tuttu ve onu durdu. "Jane! Dur."

Jane, saniyeler içinde arabanın ön tarafından fırlamış olan Lear'ı görünce tüm motor fonksiyonlarını durdurdu ve ona baktı. Lear, sanki dengesiz bir ipin ucunda yürüyen Jane'miş gibi onu ve elindeki çantayı gözlüyordu. Kaşları gerginlikle çatılmıştı. "Dikkatli ol, hepimizi havaya uçuracaksın. İçinde patlayıcı var ve en ufak harekette patlar."

DÜŞÜŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin