Önerilen parçamız; Foxes – Let Go For Tonight.
Umarım beğenirsiniz, iyi okumalar!
***
20 Ağustos 2157.
Güneş, tüm ihtişamıyla tepede parlıyordu. Kuşlar cıvıldayarak uçarken güneş ışığı yapay ağaçların yapraklarına çarpıyordu ve yeşilin hiç görülmemiş bir tonunu seriyordu gözler önüne.
Ağustos ayının getirdiği yakıcı sıcaklık, Jane'in evde hapsolmasına neden oluyordu. Ne zaman dışarı çıksa terliyor ve bunalıyordu, en iyisi tüm soğutucu sistemlerinin döşendiği evinde oturmaktı.
Genç kız penceresinden etrafına bakarken bu yapay parlaklıktan korunmak için gözlerini kıstı, çoğu zaman penceresinden bakma sebebi manzarayı görmek değildi. Çünkü her şey onu bunaltacak kadar düzenliydi, tüm bitkiler, yollar, evler, banklar, kaldırımlar sanki belli bir sıraya göre konulmuştu ve hiç bozulmuyordu. Burayı ilk defa gören biri insanların yaşadığını hayal bile edemezdi.
Onun pencereden bakma sebebi ufuk çizgisine bakmak ve orada kaybolduğunu hayal etmekti.
Bundan sıkılmış gibi perdesini çekti ve gözlerinin karanlığa alışması için biraz bekledi. Evlerindeki her şey tamamen beyazdı, sanki diğer tüm renkleri kaybetmiş gibiydiler. Bazen beyaz görmekten gerçekten sıkılıyordu.
Beyazı kirletemeyeceğini 4 yaşındayken anlamıştı. Ne zaman koltuğa bir şey dökse veya bulaştırsa, o renk kısa sürede geçiyor ve yerini beyaza bırakıyordu. Hiç usanmadan kirletmeye devam etmişti ama işe yaramamıştı.
Esneyip dolaba uzandı, eline ilk gelen elbisesini çıkarmıştı. Eğer babası böyle esnediğini görse büyük ihtimalle onu evden atardı.
Pijamalarını çıkardı ve beyaz elbisesini giydi. Fermuarı kendi kendine kapattıktan sonra aynanın karşısına geçip eteklerini düzeltti. Aynadaki görüntüsüne baktı, kahverengi uzun saçları omuzlarına kadar geliyordu, dolgun elmacık kemiklerinin üzerinde burnuna kadar gelen ve sanki bir boya fırçasıyla yüzüne sıçratılmış izlenimi veren silik çiller vardı. Onun farklı kılan tek şey, gözleriydi. Gözleri menekşe moru rengindeydi, onunla tanışan herkesi şaşırtan bir detaydı bu.
Normal görünüyorum, diye düşündü, sıkıcı derecede normal.
Artık bu normallikten sıkılmıştı. Biraz macera istiyordu, bu kelimenin anlamını gizlice okuduğu macera kitaplarından öğrenmişti. Eskiden yerde yaşayan hizmetlileri Maree para karşılığı elindeki bazı kitapları ona veriyordu. Onun için bu kitaplar gerçekten değerliydi çünkü hiçbir yerde bulunamıyordu. Devlet bu tür hayal gücünün ürünü kitapları yasaklamış, yerine tamamen bilimsel şeyleri koymuştu.
Ama genç kız bunun nedenini anlıyordu. Devletin amacı hayal gücünü kısıtlamak, daha fazlasını düşünmeyi engellemekti. Macera kitaplarında çocuklar hep bilinmeyeni keşfetmeye çalışıyordu. O da bilinmeyeni keşfetmek istiyordu, ufuğun ardındaki şeyi, gerçek yeri görmeyi.
Ama daha fazlasını hayal etmek veya peşinden koşmak için zamanı yoktu. Çok sıkı bir çalışma sistemi vardı. Öğretmenleri her zaman soğuk ve mesafeliydi, onunla sadece yapılacak ödevler hakkında konuşurlardı.
Gök, sadece bilim adamları ve kadınları yetiştirirdi. Arada sanat eğitimi de görüyorlardı ama önemsizdi. Gökte sanat yapmak için ilham alınacak pek bir şey yoktu. Gökyüzünün maviliği hakkında yazılmış tonlarca şiir ve yapılmış tonlarca resim vardı zaten. Evi hep aynı şekilde resmedilmişti; gökte öylece asılı duran koca bir şehir, altında kahverengi ve yeşilin karışımından oluşan toprak. Gökteki şehir sadece maviliğe aitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞÜŞ
Science-Fiction"Ben öbürleri gibi değilim," dedi Joce ona doğru tehditkar adamlarla yaklaşırken, Jane titriyordu ama bu soğuktan değildi, çocuk ürkütücü görünüyordu sadece. "Sorgusuz sualsiz hiç tanımadığım birine yardım etmem." "O zaman etme," dedi Jane ifadesiz...