11; Tabaktaki Son Marul

17.5K 1K 156
                                    

Jane büyük bir rahatlamayla duştan çıktı. Günlerdir üzerinde katmanlar halinde biriken gerginliğin vücudundan yavaşça silinmeye başladığını hissediyordu. Kenarda duran yumuşak havluyla kurulandıktan sonra buğulanmış aynayı sildi. Kendi görüntüsüne bakınca, buraya eskisi kadar uyumsuz durmadığını fark etti. Bir şeyler değişmiş olmalıydı çünkü buraya ait gibi gözüküyordu. Ne kadar arasa da, kendindeki o fiziksel değişimi bulamadı.

Üzerine temiz kıyafetlerini giyerken bile hala babasını düşünüyordu. Ondan hiç bu kadar uzak kalmamıştı. Bu ayrılıkları Jane’in ilk başkaldırışıydı. Bu saatten sonra Jane geri dönmeyi düşünemiyordu. Diğer yandan burada, Westcliff’lerin evinde kalmak da muammaydı. Onların ailesinden değildi.

Saçlarını kuruttuktan sonra gözlüğünü yanına aldı ve odasından çıktı. Kahvaltı zamanıydı, artık tüm ailenin birlikte kahvaltı yapabileceğini umuyordu. Mutfağa giderken tüm bibloların silinmiş, masaların üzerindeki tozların alınmış olduğunu gördü. Ev yeniden temizlenmişti.

Jane mutfağa girdiğinde neşeyle ıslık çalan Jensen bir şeyi rendeliyordu, Angela da aynı mutlulukla tabakları yerleştiriyordu. Hep topuz yaptığı sarı saçlarını bu sefer açık bırakmıştır. Karnı her gün daha fazla büyüyor, diye düşündü Jane. Bu sefer onu korkutmamak için daha dikkatli davrandı. “Günaydın!”

Angela onu görünce elindeki tabağı bıraktı ve gülümsedi. Gözleri hızlıca Jane’i taradı. “Günaydın, tatlım.”

Jensen ıslığını kısa bir süre böldü, “Günaydın.”

“Diğerleri nerede?” dedi Jane, merakla. Masadaki tabak sayısına göz gezdirdiğinde hepsine yetecek kadar olmadığını fark etmişti. Dudağını kemirdi.

“Arkadaşları Colin’i yalnız bırakmak istemedi.” Angela doğruldu ve elini karnına koydu. Gözleri dolu dolu olmuştu. “Onun yanında bir şeyler atıştırıyorlar.”

“Bu kesinlikle izin verdiğim bir konu değildi,” diye araya girdi, Jensen. Rendelediği şeyi tezgâha bıraktı ve Angela’nın yanına gelip onun karnına elini koydu. Angela gülerek onun elini uzaklaştırdı.

“Ne var?” diye çıkıştı Angela, şakacı bir şekilde. “Colin’in morale ihtiyacı var.”

“Sadece morale değil, tıbbi müdahalede de ihtiyacı vardı. Şu sıralar mikrop kapmaması gerektiğini biliyorsun.” Durdu,  Angela’yı telaşlandırmamak için ekledi, “Ama Colin güçlü bir çocuk ve kısa sürede iyileşeceğinden eminim.”

“Ben de onunla birlikte kahvaltı edebilir miyim?” diye sordu Jane, kibar olmaya çalışarak. İzin olduğu sürece Colin’in yanından ayrılmak bile istemiyordu. Onu çok özlemişti.

“Elbette, tatlım!” Angela gülümsedi. “Orada karnın doymazsa mutfaktan bir şeyler daha alabilirsin.”

“Teşekkürler,” dedi Jane, minnettar bir şekilde. Jensen’e döndüğünde aklına yeni gelen bir şeyi daha ekledi, “Elektrik sorununu çözebildiniz mi?”

“Hayır.” Jensen sıkıntılı bir yüz ifadesiyle saatle baktı, “Bakmayı denedim ama sorunun nerede olduğunu anlayamadım, yeterli ekipmanım yok. Her ne olduysa sadece bizim evde oluşan bir sorun olduğu kesin. Bunu çözebilmek için bir arkadaşımı çağırdım. Hava kararmadan burada olur.”

“Umarım sorun çözülür,” dedi Jane, ışıksız geçireceği bir gecenin daha olması tüylerini ürpertiyordu.

“Helen bu işte çok iyi, çözeceğinden eminim. Aslında böyle küçük işlere bakmaz ama beni kırmadı.”

“Neyse, ben Colin’in yanına gidiyorum.” dedi Jane, onlara veda ederek. Sabah uyandığında karnının aç olmasına rağmen şimdi tüm açlığını unutmuştu.

DÜŞÜŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin