3 Ay Sonra :
Güneş gökyüzünün kıyafetini değiştirmek istercesine parlıyordu. Kış bütün kasvetiyle bulutlara karışmış ; soğuk sabahlar yerini ılık rüzgarlara devretmişti.
Artık sokaklar daha cıvıl cıvıldı ve çocukların sesi parklardan eksik olmuyordu. Kaldırımların arasında biten yeşillik ve çiçekler yaşama meydan okur gibiydi.
Hayat insanlar için daha anlamlıydı bu mevsimde. İlkbahar onlar için umut vaad ediciydi. Onlar için 'son' yoktu sanki. Yaşam ılık mevsimler üzerine kurulu gibiydi.
İşte insanların bu yüzünden nefret ediyordum. Ötekileştiriyordum kendimi içimde. Onlar herzaman ilkbaharla avunup sonbahara lanet eden nankör insanlardı.
Herzaman mutlu olmak ya da mutlu olmaya çalışmak aptallıktan başka ne olabilirdi ki?
İnsanlar yeri geldiğinde üzülmeli, yeri geldiğinde öfkelenmeliydi.
Çıkmaz sokaklara girmeli, boğulacağını bile bile en derinlere dalmalıydı.
Bazen de gökyüzünde süzülen bir kuş misali yere çakılmaktan korkmadan bulutlarda gezinmeliydi insan.Belki de en nefret ettiğim şey sonbahara haksızlık yapılıyor olmasıydı...
~~~
Üç koca ay içinde Güney hariç herkes değişmişti. Ve ben hala Güney'le konuşmuyordum.Mezun olmamıza da neredeyse iki buçuk ay vardı. Seneye on ikinci sınıf olduğumuzda hastanelerde staj yapacaktık. Bunun heyecanı düşündükçe içimi titretirken ; kendimi aptal hissetmemi sağlayan bir şey daha vardı : ya Güney 'i bir daha göremezsem.
Dalga misali umudum da bir gözlerimi parıltadıp bir omuzlarımı düşürüyordu.
En iyisi en büyük avuntum, zamandı. Zaman ; geçmişe takılmadığın sürece akan su misali gibi seni alıp doğru yere bırakırdı elbet.
~~~
Sabah alarmdan önce uyandım. Erken gözlerimi açtığım için etraf hala karanlıktı. Duvarımın bir kısmının siyah olması karanlığı arttıran en büyük etkenlerden biriydi.
Alarm çalmasın diye kapatarak telefonu elime aldım ve sosyal medyada gezinmeye başladım. Ekran gözlerimi kamaştırdığından telefonumu şarja takarak gece lambasını yaktım.
Gece lambasını sabaha karşı yakmak en büyük özelliklerimden biriydi sanırım. Mutfağa inip kendime sert bir kahve yaptım ve tekrar yukarı çıktım.
Pijamalarımla birlikte yatağımda bağdaş kurmuş kahvemi içerken gözüm masanın üzerinde duran defterime gitti. Yanında da Güney'in bana verdiği papatya tacını görünce hafifçe gülümsedim.
Yerimden kalkarak defteri aldım ve tekrar bağdaş kurarak oturdum. İlk sayfalara gitti parmaklarım : kendimi keşfettiğim ilk anlara...
Kısa bir paragraf yazmıştım ilk önce. Aklıma gelen kelimeleri satırlara yerleştirince böyle bir şey çıkmıştı ortaya.
Ne güzeldir hazan günlerinin soğuk rüzgarları. Deniz kenarında bir bankta otururken bulurum kendimi. Sağımda yaşanmışlıkların süslediği derin çizgilerle bitkin düşmüş çınar ağacı; altında son nefesini veren cılız yaprakları.
Örtü gibi üzerime sarılır gökyüzü, güneşin kızıllığı sımsıcak yapar içimi.
Umudunu kesmiş dalgalar çaresizce vurur kıyıya içindekileri dökmek ister gibi.
Bak yine şiir yazıyor bulutlar yağmura.
Bu yüzden gökkuşağı doğuyordur. Bulutun aşkını güneş kıskanıyordur belki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONbahar
ChickLitSonbahar papatyası belkide hayatının özetiydi. Dertlerini satırlara fısıldayan genç kızın hayatında artık içindeki beyaz elbiseli çocuğu papatyalarla büyüten bir adam vardı...