Birkaç dakikadır Jesse'yle oturmuş locada konuşuyorduk. İlk tanıştığımızdaki mesafemizi kapatıp yanıma oturmuştu. O dakikalarda Justin'ın yüzü sürekli bize dönüktü. Olabildiğince o tarafa bakmamaya çalışıyordum ama merakıma yenik düşüp biramdan bir yudum alarak başımı hafifçe bulunduğu tarafa doğru çevirdim ve bulundukları locaya dikkat çekmeden bakmaya çalıştım. O tarafa baktığımda Justin'ın gözlerini kırpmadan Jesse'nin saçlarımdaki ellerine baktığını fark ettim, bakışlarımı yüzünden aşşağı doğru kaydırdım, cenesini sıkması belirginleşmiş kemiğinden anlaşılıyordu, dudaklarımı çenesinde gezdirmek istiyordum, yüzündeki en belirgin ve dikkat çeken şey, sanırım sinirlendiğinde kilitlenen çenesiydi. Jesse'nin sesini işittiğimde ona doğru dönmek zorunda kaldım. Son birkez Justina baktım. Jesse 'Hadi Gel!' dedi, Jesse. Daha 'Nereye?' diyemeden beni kolumdan sürükleyip Justin'ların olduğu locaya sürükledi. Ne yapıyor? bu manyak herif. Kolumu tutan ellerinden kurtardığımda sürüklenerek yürümekten kurtulmuştum orantısız güç kullanmıştı kas hayvanı kolumu acımıştı arkasını dönüp bana baktığında 'Kolumu koparsaydın' dedim. Jesse alaylı bir ses tonuyla 'Emredersiniz prenses' dedi, başını eğip, gülümseyerek. 'Bana şöyle seslenmekten vazgeç' dedim, tıslıyarak. Beni sinir etmek için böyle konuştuğunu farkındaydım başarıyorda zaten. Eli belimi sıkıca kavrayıp beni kendine çekti, başım omuzuna değiyordu. Locaya yaklaştığımızda bizden gözlerini ayırmayan Justin elindeki içki bardağını daha sıkı kavramaya başladı, tüm kaslarını gerildiği yakından daha çok belli oluyordu. Jesse locanın merdivenini çıkarken beni gösterip 'Özel misafirim' dedi. Lucas şaşırarak 'Siz tanışıyormuydunuz?' diye sordu, sonunda boş bogazlığı işe yaramıştı. Bu soru üzerine Justin'ın kasları daha fazla gerilmişti, dişlerini birbirine sürtüp gıcırdattı, gözleri ateş saçıyordu. Chris'in Lucas'ı alttan dürtmesiyle, Lucas sorusunun ortamı gerdiğini fark edip yerine sinmişti ki, Jesse beni şaşırtıp 'Evet' dedi, belimde olan eli beni daha sıkı kavramıştı. Justin'ın karşısına oturmuştuk abisiyle. Anna bana gülümseyerek bakarken 'Demek takılıyorsunuz' dedi, soru mayetinde. Justın'a daha fazla sokulup 'O benim' bakışı attı, ilişkileri için bir tehtid olarak görüyordu beni. Bu benim işime gelirdi çünkü onda benim olan birşey var. 'Ama fazla sevinme sürtük' demek istesemde, kendimi tuttum ve 'Öyle birşey' dedim, sorusunu savuşturarak. Cevabım üzerine Justin'ın gerilmiş kasları birazcıkta olsa yumuşamaya başlamıştı.
1-2 saat geçtikten sonra ortamdan sıkılmaya başlamıştım, Justin'ın gözleri sürekli üzerimdeydi ve bu cidden delici bakışlarının altında kıvranmama sebep oluyordu. Jesse yayındığı koltuktan biraz doğrulup, elindeki viskiyi önündeki masaya bıraktı ve 'Sıkıldım' dedi. Onu onaylar gibi başımı salladım. Anna ortaya atılıp 'Bende' dedi. Anna'yla aynı fikirde olmak midemi bulandırmıştı. 'O zaman birşeyler yapalım' dedi. Chris. 'Parti sıkıcı olmaya başladı biraz gecemizi hareketlendirsek kimseye zararı olmaz' dedi, Jesse dirseklerini dizlerine dayamış ve öne doğru eğilmiş omzunun üstünden bana onay istermiş gibi baktı 'Neden olmasın' dedim, hafif gülümseyerek, bana göz kırptı ve diğerlerine döndü. Yüzündeki ifadeden birşeyler planladığını anlamıştım bu beni merak ve heyecana sürüklüyordu. Cara 'İyide ne yapıcaz?' diye sordu, herkesin merak ettiğide buydu zaten. Jesse kolundaki saate bakıp 'Saat 03:09 eğer itiraz eden yoksa, mezarlığa gidelim' dedi. Yüzümdeki gülümseme yerini şaşırmış bir ifadeye bırakmıştı, yüzümdeki ifadeyi gördükten sonra Justin'ın yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. Herkes yüzündeki gülümsemeyle birlikte ayağa kalktı, itiraz eden olmadığı için sesimi çıkaramamıştım. Justin bana bakarak 'Bu gece eğlenceli olucak ha' diyip, elindeki son içkiyi kafasına dikleyip bardağı önündeki masaya bıraktı.
Arabalardan indikten sonra kapıları yavaşça kapattık, Turnbull kanyonundaki mezarlığa gelmiştik, şehirden uzak ve ıssız bir yerdi. Gecenin karanlığı ve tenime çivi gibi batan rüzgar tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu. Kollarımı etrafıma sarıp birazcık ısıtmaya çalıştım kendimi, çenem titriyordu ya korkudan ya da soğuktan, ikinci ihtimal ilkine göre biraz daha ağır basıyordu sanırım. Gecenin karanlığından ürktüğüm için Jesse'ye sığındım. '10 kişiyiz ama elimizde 5 fener var, herkes ikişerli guruplar halinde dağılsın, herkes birbirinden iyice uzaklaştığına emin olduktan sonra iki üli guruplarda ayrılsın gecenin bu saatinde içkili birkaç piçle saklambaç oynamak zorunda değilsiniz kızlar korkan bizi dışarıda bekleyebilir ya da evine dönebilir, telefonlarınızın seslerini kısın ruhlarımız fazla sesten hoşlanmıyor olabilir' dedi, son cümlesini gülürek söylemişti. Jesse konuşmasını bitirdikten sonra koluna yapışıp 'Korkuyorum' dedim, titreyen cenemle. Jesse aramızdaki boy farkını kapatacak şekilde eğilip 'Oyunun kuralları gayet basit' dedi, soğuk bir tavırla. Gruplarımız Ben - Jesse, Cara - Lily, Chris - Lucas, Rossie - Jessie ve tabiki Anna - Justin şeklindeydi. Ah Jesse Bieber! sen gerçekten akıl almaz bir oyuncusun ve korkusuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Good Girl Gone Bad
Fanfiction'JLAİRE' Aşkın, Tutkunun ve Heyecan'ın ismi burası çok karışık okuldaki heyecanlı günler, sırlar, gençlerin yaptığı saçma şeyler, partiler, yeni aşklar, dedikodular ve herşey burada burası 'Pacific Academy College' bu lise çok değişik öğrencilerin d...