on üç

1.4K 289 157
                                    




"Ji-Su! Abine merhaba demek ister misin? Hm?"

Taehyung bir eliyle az önce bitirdiği bitki çayının fincanını orada oraya ittiriyor, diğer eliyle telefonunu tutuyordu. Annesinin ve küçük kız kardeşinin aralarındaki konuşmaları, ufak kıkırdamaları Taehyung'un boş apartman dairesini doldurmuş, genç çocuğu derin bir özlem ve nostalji hissine boğmuştu.

Bir iki saniyenin ardından Ji-Su telefonu eline almış olacaktı ki Taehyung neşeli bir çığlık ile sağır olduğunu düşündü. Ji-Su henüz dört yaşındaydı, bu da onun gürültülü olduğu anlamına geliyordu. Gürültülü, ancak bir o kadar da şirin.

"Taehyung!"

Çocuk, kız kardeşinin yamuk süt dişlerini, oradan oraya zıplamaktan darmadağın olmuş siyah saçlarını ve günün neredeyse on saatini uyuyarak geçirmekten şişmiş karamel gözlerini görebiliyordu neredeyse.

"Prensesim nasılmış bakalım?" Taehyung yüzündeki aptal gülümsemeyle elindeki fincana bakmaya devam etti.

"İyiyim! Taehyung nasıl?" Ji-Su sordu.

"Ben de iyiyim küçük böcek."

"Ben böcek değilim!" Küçük kız diğer hattan bağırdığında Taehyung yüzünü ekşitti.

"Peki, peki. Prenses... Doğum günün geliyor."

Ji-Su cevap olarak bir cümle kurmak yerine çığlık atmayı seçmişti.

"Bana ne alacaksın?"

"Sürpriz. Ama birazdan hediyeni almak için dışarı çıkacağım." Taehyung ne alacağını çok iyi biliyor olmanın getirdiği güvenle gülümsedi.

Ji-Su'nun bir iki dakika daha çığlık atması ve Taehyung'un onu güldürmesi üzerine genç adam annesine veda etmiş, üzerine montunu giyerek apartman dairesini terk etmişti.

İyi ışıklandırılmış, rüzgar alan, kalabalık sokakta yürürken aklında Hoseok'un gözyaşlarıyla parlayan gözleri vardı sadece. Adamın kendisine hiçbir açıklama yapmamış olması daha da endişelendirmişti Taehyung'u, yine de ona zaman vermeyi seçmişti. Uygun hissettiği zamanda mutlaka onu öylesine üzen şeyi paylaşırdı kendisiyle.

Biraz sonra hep önünden geçtiği ancak daha önce hiç içine girmediği bir dükkanın önünde buldu kendini. Bildiği kadarıyla burada DVD'lerden albümlere, nadir kitaplardan biblolara kadar her şey vardı. Garip bir dükkandı, yine de insanı hoş bir enerjiyle karşılardı havası. Taehyung da içeriye girer girmez almıştı o hissi.

Etrafta kayıp bir şekilde dolaşmanın üzerine birinin kendisine yaklaştığını duyarak sesin kaynağına döndü.

"Ah, sensin."

Sesin sahibi, bir iki akşam önce kendisini tersleyen deli adamdı. O akşam olduğundan daha iyi gözüktüğü kesindi. Yüzünde o öfkeyi taşımıyordu artık. Yine de Taehyung'u gördüğünde gülümsemesi düşüvermişti.

"Merhaba." Taehyung kendini garip hissederek selam verdi.

"Yardımcı olabilir miyim?"

Taehyung adamın yaka kartına baktı.

"Min Yoongi demek. Güzel isim." Buzları eritmek istercesine gülümsedi Taehyung. Karşısındaki yorgun adam ise aldırış etmedi.

"Aa, acaba tüm Disney prenses filmlerini tek bir pakette satıyor musunuz?" Taehyung istemeden de olsa utandı.

"Kardeşim için." Kendini açıklama yapmak zorunda hissetmişti. Yoongi yavaşça başını sallayarak bir iki dakika gözden kayboldu. Taehyung bu sürede dükkanı gözlemlemeye koyulmuştu. Gerçekten de garip bir dükkandı burası, Yoongi'den başka çalışan kimse de yoktu üstelik.

Yoongi elinde tuttuğu paket ile kasaya doğru yürümeye başladığında Taehyung onu takip etti sessizce.

"Nakit mi, kart mı?" Kasanın arkasındaki adam sordu.

"Nakit. Bir de hediye paketinde olursa sevinirim."

Taehyung ödemesini yaptıktan sonra Yoongi'nin hediye paketiyle uğraşmasını seyretti.

"Benden bu kadar nefret etmenin bir sebebi var mı? Biliyorum, üzgünüm, geçen akşam amacım seni sıkıştırmak değildi. Sadece yardımcı olmak istemiştim." Taehyung konuştu.

"Senden nefret etmiyorum." Yoongi ağzıyla banttan bir parça koparırken konuştu.

"Edecek olsaydım da çok fazla sebebim olurdu Taehyung."

"Adımı n-"

"Nasıl olsa erkek arkadaşım beni seninle aldattı."

-

Morning Train | 뷔홉Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin