Taehyung metro istasyonuna adım attığında saat henüz sekize gelmemişti bile. Bu oldukça şaşırtıcıydı çünkü genç çocuk trenden önce metroya varmazdı. Bu kez aklında bambaşka bir şey vardı Taehyung'un, o yüzden kendini erkenden uyanmaya zorlamıştı. Sandığından daha az acı vericiydi erken uyanmak. Ya da en azından fincanındaki kahveyi son damlasına kadar içtikten sonra kendini daha az yere kıvrılıp uyumak isterken bulduğundandı...
O sabah Taehyung bir paket peçete ve bir şişe su ile çıkmıştı evden. Yine suratının yarısını büyük annesinin ördüğü bej rengi atkının ardına saklamış, botlarını ayağına geçirerek evden çıkmıştı. Dışarıda kar yoktu ancak hava karanlıktı ve bulutlar gelecek olan yağmurun haberciliğini yapıyordu.
Taehyung trenin gelmesini beklerken yüzündeki kocaman gülümseme ile insanların arasından sıyrılarak köşedeki saksıya yaklaştı. Önce eğilerek saksının hizasında, dizlerinin üzerine çöktü, daha sonra serbest eli ile tomurcuklanmakta olan bitkinin yeni yeni yaşaran yaprağını okşadı. Taehyung bunun ne bitkisi olduğunu bile bilmiyordu ancak en azından onun orada olduğunun farkındaydı.
Bu nedense onu bir hayli sevindirmişti. Bu tıpkı çok az bilinen ama harika müzik yapan bir grubu keşfetmek gibiydi. İnsanlar bu güzellikten bihaber, hayatlarının onları paltolarından tutarak sürüklemesine izin verirlerken Taehyung bu sonbahar gününde o saksıyı fark etmişti.
"Merhaba!" Taehyung, yaprağa zarar vermediğinden emin olarak adeta onunla el sıkışmıştı. Bitki, Taehyung'u anlıyor muydu, orası bir muamma idi. Ancak Taehyung, bitkiye gösterdiği şefkatin her ufak saniyesinden zevk alıyordu.
İçinde ılık su olan su şişesinin kapağını açarak saksının yarısından çoğunu dolduran kuru toprağı nazikçe ıslatmaya koyuldu. Suyun ılık olmasına özen göstermişti, ne de olsa hava soğuktu.
"Umarım daha iyi hissediyorsundur. Ne kadar çabaladığını görebiliyorum." Taehyung, bitkiye zarar vermekten korksa da işaret parmağıyla açmak için var gücüyle çabalayan tomurcuğa dokunmadan edememişti.
"Ne yapıyorsun?"
Taehyung tanıdık sesi duyduğunda dizlerinin üzerinden hızlıca kalkarak üstüne başına çeki düzen verdi.
"Ah, günaydın! Çiçek açacak gibi duruyordu da... Su vereyim dedim." Taehyung utangaç gülümsemesi ile adamın kahverengi ve kestane tonları ile parıldayan saçlarının üzerindeki su damlalarına baktı. Dışarıda yağmur başlamış olmalıydı. Taehyung şemsiye almamıştı, Hoseok'un saçlarından anlaşılacağı gibi onun da şemsiyesi yoktu.
"Sen söyleyene kadar saksıyı fark etmemişim bile." Hoseok başını yana eğerek bitkiyi gözlemledi.
Ufak bir sessizlik aralarına girdi. Taehyung başını kaldırarak monitöre baktığında trenin gelmesine üç dakika kaldığını gördü.
"Ne o? Bugün termosun yok mu?" Hoseok tekrar konuştuğunda Taehyung gülümsedi. Demek fark etmişti. Acaba her seferinde dilini yaktığı da çok belli miydi?
"Çantamda." Taehyung hafifçe sağına dönerek sırtındaki çantayı gösterdi.
Tren geldiğinde iki genç adam hızlıca içeriye kendilerini attılar ve karşılıklı oturdular. Taehyung çantasını kucağına koyarak bir süre açılmamakta ısrar eden fermuar ile kapıştıktan sonra ufak termosuna erişerek gülümsedi. Bu esnada Hoseok her sabah olduğu gibi elindeki kese kağıdının içinden taze bir adet çikolatalı kruvasan çıkartmıştı.
"Paylaşmak ister misin? Bu kez bunu bitiremeyebilirim." Hoseok elindeki kruvasanı ikiye bölme girişimi sonrasında ellerini çikolataya bulamıştı.
"Bekle, peçetem var."
Ve böylece iki genç adam, kahve ve çikolatalı kruvasan eşliğinde bir konuşmaya dalıp gittiklerinde tren hızlanmış, kendilerini ufak sorunlardan uzaklaştırmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Morning Train | 뷔홉
Hayran Kurgu❝Az önce fotoğrafımı mı çektin?❞ 。 Her sabah paylaşılan bir tren, kahve içerken hep dilini yakan Taehyung'u ve kruvasan yerken yanaklarına çikolata bulaştıran Hoseok'u bir araya getirir. ㅡKTH&JHS