Taehyung, hava soğuk olmasına rağmen tanıdık parkta bulmuştu kendini, ve şimdi, ufak göletin hemen dibinde, soğuktan solmuş çimenlerin üzerinde oturuyordu. Etrafı gürültülüydü, biraz uzaktaki oyun alanında çocukları ve onların annelerini, parkın karşısındaki meşgul caddedeki insanları ve arabaları duyabiliyordu. O gün hava diğer günlere kıyasla daha temizdi, ya da belki Taehyung içine doğan mutluluktan böyle hissediyordu. Tüm bu mutluluk ise onun içinde gizli gizli bir gerginlik büyütüyordu. Sessizce kökleniyordu bu gerginlik, çünkü her şeyin bu denli iyi gitmesi imkansızdı. Hayat asla bu kadar nazik değildi.Başını kaldırıp turuncu gökyüzüne baktı, her yeni gün ile umut üzerine umut doğuran bu gökyüzü Taehyung'a bir çift kanat hediye etmek istercesine heyecanla savuruyordu bulutlarını oradan oraya. Genç adamın önce koşmayı öğrenmesi gerekiyordu, belki daha sonra kanatlanabilirdi. Sabırlıydı.
Dükkanın badanası yapılmıştı, kurumasını bekliyorlardı. Havalar soğuk olduğundan tahminen boya yavaş yavaş kuruyacaktı. Çok tatlı bir pastel maviye bürünmüştü önceden eski duran duvarlar. Hoseok, bu rengin gözü yormadığını, kendisine huzur verdiğini söylemişti. Taehyung da ona cesaret vererek ufak ufak yardım ediyordu işinden vakit buldukça. Yeni bir buzdolabı almıştı, bu yüzden de borçlanmıştı. Dolayısıyla maddi sorunlar çekiyordu, ne de olsa kütüphaneden aldığı maaş fazla değildi. Evinin kirasını, diğer borçlarını, faturaları ve basit ihtiyaçları da hesaba katınca kemerleri sıkmak gerektiği kanısına vardı. Fakat genç çocuğun sıkacak bir kemeri bile yoktu.
Yakın arkadaşlarından biri eskiden meydanda sokak yemeği standı açıyordu. Özellikle kışın, kalabalık meydanda iyi gelir elde ettiğinden bahsetmiş, isterse Taehyung'a yardım edebileceğini söylemişti. Henüz bu konuya pek kafa yormamıştı Taehyung. Kütüphaneden normalde akşam altıya doğru çıkardı, fakat son iki haftadır programında bir oynama olmuştu ve dörtte çıkıyordu. Bu da akşama doğru yemek standı açabileceği manasına geliyordu, fakat yorulmaz mıydı?
Derin düşüncelere dalmıştı ki karnının guruldaması ile rahatı bozuldu. İşten çıkar çıkmaz parka gelmişti ve bir süredir de oradaydı. Hoseok hala dükkanda olmalıydı, tahminen orayı burayı düzenliyor, dükkanda yaptığı her yenilik üzerine çocuk gibi seviniyordu. Adamın hayalini kurarak gülümseyen genç adam sonunda ayaklandı ve herhangi bir marketten atıştırmalık bir şeyler almaya karar verdi.
Kalabalığın arasında yürürken telefonu çaldı, arayan alt katında oturan arkadaşı Mingwoo'ydu. İkisi de yirmilerinin başında, hayatlarıyla ne yaptıklarından pek emin olmayan adamlardı, bu yüzden kısa süre içinde samimi arkadaş olmuşlardı. Taehyung telefonu hızla açarak neşeli bir şekilde selam verdi, fakat Mingwoo'nun sesi korkunç geliyordu. Genç adam soğukta kalmış olacaktı ki biraz ateşinin çıktığını ve halsiz hissettiğini söyledi. Taehyung'dan bir iyilik isteyerek gelirken kendisine limon ve ada çayı alıp alamayacağını sordu, bir yandan da iş çıkardığı için üst üste özür diliyordu. Taehyung arkadaş canlısı bir tavırla çocuğu azarladıktan sonra telefonu kapatmış, limonu ve ada çayını beynine not alarak karşısına ilk çıkan markete girmişti.
İçeride klima çalışıyordu fakat hala soğuktu. Önce kendisi için iki paket kraker aldı, daha sonra Mingwoo'nun siparişlerini de toplayarak kasaya doğru ilerledi. Görmeyi beklemediği bir adam vardı kasanın başında, Taehyung korkaklık edip elindekileri bırakmak, başka bir markete girmek istediyse de dişlerini sıkacak ve bu işi Kim Taehyung gibi halledecekti, gülümseyerek.
"Oo! Min Yoongi!" Taehyung elindekileri kasaya bırakarak gülümsedi. Yoongi pek bir tepki göstermeden hafifçe eğilerek selam verdi. "Burada çalıştığını bilmiyordum." Taehyung konuştu. Yoongi'nin işlettiği bir dükkan zaten vardı, iki işte mi çalışıyordu?
"Bugün başladım da ondan. İlk müşterim sensin." Yoongi hızlıca Taehyung'un verdiklerini makineye okuttu. Taehyung bu esnada Yoongi'nin söylediklerine başını salladı. "Ne o? Hasta filan mı oldun?" Yoongi ada çayını kasadan geçirirken kendini tutamayıp sordu. Taehyung "Hayır" dedi utana sıkıla, "Bir arkadaşım." Bunun üzerine Yoongi, Hoseok'un hasta olmuş olabileceğine ikna olarak somurttu. Hoseok hasta olunca çekilmez bir bebeğe dönüşüyordu.
"Burada bekle." Yoongi hızla gözden kaybolduktan sonra on saniye içinde elindeki ufak bir kutuyla geri döndü. "Bu ne?" diye sordu Taehyung, ve Yoongi cevapladı "Karanfil."
"Karanfil mi?" Genç adam anlam veremedi.
"Ada çayının içine limon ve karanfil eklemesini söyle." Yoongi ufak ufak başını salladı. "Bir de, depoda viski olacaktı. Söyle, bilir o." Yoongi'nin bu garip cevabına anlam veremeyen Taehyung konuştu, "Ne dediğini anlamadım."
"Hoseok diyorum." Yoongi, Taehyung'dan parayı alırken konuştu. "Bilir. Depoda açılmamış viski vardı. Ben evden taşınırken onu orada bıraktım."
"Ah." Dedi Taehyung, içinde doğan kıskançlığı bastırmaya çalışarak. Demek önceden aynı evde, birlikte yaşıyorlardı. "Hoseok değil hasta olan. Sadece bir komşum."
"Anladım." Yoongi utandı ve yerin dibine girmek istedi. Üstelik Taehyung'un kendisini yanlış anlamasını istemiyordu. Hoseok'a olan hisleri öleli uzun bir süre geçmişti, geriye sadece düzeltilmeyi bekleyen bir arkadaşlık kalmıştı.
"Yine de... Komşuna söyle, içine biraz alkol eklerse daha etkili olur." Yoongi, Taehyung'a para üstünü verdi.
"Teşekkürler." Garip etkileşimleri üzerine Taehyung marketten çıkarak yürümeye koyuldu. Yolda giderken aldığı krakerlerden birinin pakedini açtı, bu esnada Hoseok'un çiçekçisinin yoluna sapmak yerine direk evinin yoluna girdi.
Suçluluk duygusu, tıpkı Taehyung'un krakerlerini yediği gibi, Taehyung'u yiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Morning Train | 뷔홉
Fanfic❝Az önce fotoğrafımı mı çektin?❞ 。 Her sabah paylaşılan bir tren, kahve içerken hep dilini yakan Taehyung'u ve kruvasan yerken yanaklarına çikolata bulaştıran Hoseok'u bir araya getirir. ㅡKTH&JHS