Omuzlarımdaki saç havlusuyla merdivenlerden aşağı indiğimde Kaya'nın hala telefonla konuşuyor olduğunu görüp şaşırdım. Islak mayo üstünde kurumuştu. Buna rağmen havluya sarılmış koltukta tavana bakarak konuşmaya devam ediyordu.
Son basamağı da inerek yanına geldiğimde gözleri beni buldu. "Biliyorum kanka." Dediğini duyunca Doğa'yla konuşmadığını anlayıp gizli bir oh çektim. Tek bacağımı karşısındaki koltuğun koluna yaslayıp saçlarımı havlu yardımıyla kurutmaya başladım. Fön makinesiyle hiç anlaşamayıp mevsim ne olursa olsun havluyu tercih eden sayko tiplerdendim. O makineyi kafama tutmaktansa ıslak kalmaya bile razıydım.
Havlu bir anlığına görüş açımın önünden çekilince göz göze geldik. "Arkadaşımın evindeyim kanka ben." Dedi. Evet sadece arkadaşıydım kankası. Saçlarımı iyice dağıtmaya devam ederken onun saçlarına baktım. Yine geriye atmıştı. Yüzü güzel olmasaydı yana atar mıydı diye kendimle münakaşaya girmişken, gözlerimin içine baktığını fark ettim. "Şimdi gelemem." Dedi telefondaki tipe. Gitmek istemediği için mi demişti? Yoksa kalkıp gitmenin ayıp olacağını düşündüğü için mi böyle bir cevap vermişti?
Kaşlarımı istemsiz çatmaya devam ederken birkaç şey daha söyleyip telefonunu kapattığını gördüm. Masanın üzerine bırakmak için eğildiğinde omuzlarındaki havlu düşerek kusursuz tenini ortaya serdi. Harbiden iyiydi. Omuzlarının genişliği, kolları, kanat bile yaptığına yemin edebilirdim ama ilginç bir şekilde kötü durmuyordu. Daha çok onu yere atıp üzerine çıkmam gerektiğine dair sinyaller veriyor diyebilirdim.
Göğüs uçları ürpermişti. Pembeliği bana dudaklarının pembeliğini anımsatıyordu. Bu kez kafamı biraz daha kaldırarak dudaklarına baktım. Yutkunduğunu fark edince konuşmak üzere olduğunu anlayarak dudaklarımı yaladım ve gözlerine bakmaya başladım. "Üstümü değişeyim artık." Dedi. O dudaklardan daha farklı cümleler de çıkarabilirdin dememek için kendimi sıkıp elimle üst katı işaret ettim, "Müsait."
Duştan çıktığında ağzımdaki sigarayla yatağımda uzanıyordum. Gün içerisinde dışarı çıkmak ve yüzmek beni yormuştu. Kaya'yı çevremde istiyordum, evet. Ama kendimi çocuğun ilişkilerini yakından takip etme isteğinden de alıkoyamıyordum. Bu da beni mental olarak yormaya başlıyordu. Sonuçta ben o ilişkileri hiç uzun süreli olamamış tiptim. Bir yerden sonra mutlaka işleri batıracaktım. Potansiyelim yüksekti.
Kaya üzerindeki bornozla kendini yanıma atarak elimdeki sigarayı çekti. Dudaklarına sıkıştırdığında birbirimize bakıyorduk. Gözlerinden aşağı inerek dudaklarına baktım. Kızarmışlardı ve saçından su damlıyordu. Gözlerimi kapatarak başımı geriye yasladım. Çünkü bakmaya biraz daha devam etseydim muhtemelen öpecektim ve şaşıracaktı.
Evet yiyişmek için takılıyorduk. Ama yine de üzerine çok düşüp ona tutulduğumu hissetmesini istemiyordum. En azından şimdilik sürekli onu düşündüğümü bilmemeliydi. O adım atmayıncaya dek ben kartlarımı açık oynamayacaktım. Aklıma Ceren'e dediğim, "Yengeç burcu olmasın." Cümlesi geldiğinde homurdanarak kafamı yastığa bastırdım. Yengeç burcuyla dalga geçen ben, duygusallıkta dipleri yaşıyordum. Teşekkürler iç dünyam.
"Küllüğü verir misin?" Dediğinde gözlerimi açarak yüzüne baktım. Bir saniye sonra kendime gelerek küllüğe uzandığımda o da bana doğru uzanarak sigarasını küllüğün kenarına vurdu. Yeniden ağzına yerleştirdiğinde, "Bugün Esen'le tanıştım." Dedim. Kızı ileride kullanmam gerekeceğinden, hakkında bilgi almak işime gelecekti. İçten içe Kaya'nın o Doğa denilen kıvırcıktan kurtulmasını istiyordum.
"Doğa'nın arkadaşı?" Diye sordu. Kafamı sallayarak tek dirseğimin üstünde Kaya'ya doğru yükseldim. "Sevgilisi varmış." Diyerek kaşlarımı kaldırdım. "Arkadaşın mı?"