Kapıyı açarak, "Hoşgeldin." Diye mırıldanıp Kaya'nın içeri geçmesini bekledim. "Selam." Diyip eve girdiğinde öpmek için eğildim. Kapıyı kapatıp dudaklarına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra, "Gelmen iyi oldu." Diye ekledim.
Katıldığı bir proje için iki üç günlüğüne arkadaşlarıyla şehir dışına çıkıyordu. Son sevişmemizin üzerinden dört koca gün geçmiş ve biz şimdi buluşabilmiştik. Annemin teyzeme kalmaya gitmesi ve Kaan'ı da arkadaşına bırakması olmasaydı şimdi de görüşemeyecektik. Muhtemelen o gittiğinde ben hasretimden yanıp tutuşacaktım.
Buluşamamış olmamız kötüydü evet. Ama dikkatinizi çekmek istediğim çok iyi bir nokta vardı. O günden sonra gece gündüz mesajlaşmaya devam etmiştik. Yani her an yanımdaymış gibiydim. Bu da Kaya'nın Doğa'ya söylediği o "Başkasından hoşlanıyor olabilirim." Olayını destekliyordu. Benden hoşlanıyor olabilirdi. Olmalıydı.
Merdivenleri çıkmaya başladığında telefonuma gelen bildirim sesiyle cebime uzandım. Ekranda Berke'den gelen mesajı görünce homurdanarak WhatsApp'a girdim.
İlk gün özlediğimi hissedip hiç rahatsız olmadan konuşmuştum. Ama zaman geçtikte artan gevşekliği ve özgüveni beni bunaltmıştı. Hatta bence geldiğinden beri taciz ediyordu.
Yolladığı görüntüyü açınca boxerını çekmiş olduğunu görüp ekranı geri kapattım. Neredeyse 20 olacaktı ve kırmızı kalpli boxer giyip bana atıyordu?
Tamam benim de iç çamaşırlarım çok düz sayılmazdı. Ama neden kalpli boxer fotoğrafımı eski sevgilime atayım ki? Neden boxer fotoğrafı yani?
Odama girip oturduğumuzda yeni aklıma gelmiş gibi, "İçecek bir şeyler getireyim mi?" Diye sordum. "Hayır." Diyip öylece oturmaya devam edince tepesinde dikilip, "Ee napacaz?" Diye sordum. Harbiden sordum.
Fuck buddyn günler sonra evine gelmiş; yalnızsınız. Ne yapabilirsiniz ulan Alper? Açın basketbol maçı seyredin be oğlum.
Omuz silkip, "Gitmeden seni görmeye geldim işte." Dedi. Kaşlarını hafif çatarak, "Biraz bakıp gidecem." Dedi. Kaşlarımı çatıp ne diyo lan bu ifadesiyle bakınca gülmeye başladı. Bana mı yavşadı şimdi bu? Allah allah
"İyi hadi bak." Dedim. Oturdum karşısına, yüzüne bakmaya başladım. Yeni yeni susmuşken benim ciddi ciddi yüzüne baktığımı görüp yine bastı kahkahayı. Niye gülüyon ya ben gideceğin için üzülüyorum burada?
"Dönüş biletinizi aldınız mı?" Diye sordum. Neyin kafası oğlum az sal da güleyim demesini beklemeye başladım. Ama yüzündeki gülümseme yavaşça sönüp, yerini o ciddi ifadeye bıraktı. "Almadık. Belli değil daha." Dedi. Kafamı sallayıp çok da umrumda değilmiş gibi davranmaya çalıştım. Yarın oturup ağlayacaktım kesin. Ama bugün de bulmuşken tadını çıkarmalıydım değil mi?
"E o zaman bir dudak?" Diyip üstüne eğildim. Gülüp çenemi tuttu. Yüzümü kendine çekerken cennete doğru uçtuğumu falan düşünmeye başlamıştım. Ama dudakları daha başkaydı, cennetten fazlası. Cennet için fazla sıcaktılar. Belki de fazla iyi?
Öpücüklerinin yavaşlığı ve dudaklarının benimkilerden ayrılırken çıkardığı sesler beni delirtmeye başlarken biraz daha üzerine çöktüm. Geriye doğru sürünerek sırtını yatağa yasladı ve iyice üzerine eğilmemi bekledi. Öpücüklerine yavaş yavaş karşılık verirken gideceğinde onu özleyeceğim için son kez öpüyormuşum gibi davranıyordum. İçimi inanılmaz bir hüzün kaplamıştı ve çaktırmamaya çalışmak deli gibi yoruyordu. Az sonra kafasını kaldırıp niye ağlayacak gibi öpüyon diye bağırabilirdi. Şaşırmazdım.
Dirseklerimi iki yanına koyup öpücüklerimi boynuna yönlendirmeye başladım. Başından beri vücuduna tatmin aleti olarak bakmıyordum. Onunla sevişmek, onu sevmenin bir yolu gibiydi. Öptüğümde fiziksel olarak tatmin olmuyordum. Aksine, göğüs kafesimin içi ısınıyordu. Azdığım için değil, özlediğim için istiyordum. Ve bunları başından beri ayırt edebiliyor olup ses çıkarmamam her şeyi daha yorucu yapıyordu.
Evet yoruluyordum. Ama bu dudaklarının, bu tenin, bu kokunun sahibini bırakamıyordum. Öpücüklerim yavaş yavaş köprücük kemiğine doğru kayarken aşağıdan gelen zil sesiyle dudaklarımı ayırıp kafamı kaldırdım. Birkaç saniyeliğine birbirimize merakla baktık. Sonra ben kaşlarımı çatarak üzerinden doğrulup bir şey demeden odadan çıktım. Merdivenleri inip kapının tarafına yürümeye başladığımda zil bir kez daha çaldı. Annemin bu saatte eve gelme olasılığı çok düşüktü. Kapıyı merakla açarken Kaya'nın da merdivenleri inmeye başladığını gördüm.
Vedalaşmamızın bölünmesinden son derece rahatsız bir şekilde bana doğru geliyor olmasına rağmen çok tatlıydı. Kapıyı boşverip üstüne yürümek istesem de açmam gerekiyordu. Keşke açmasaydım.
Kaya tam yanımda durduğunda karşımda sarı saçlarını sıfıra vurmuş bir adet Berke de dikiliyordu. Sıkıntıdan neredeyse inlemek üzereydim. Kaya Berke'ye baktı. Berke de kaşlarını çatarak Kaya'ya. Sonra Berke'yle göz göze geldim. Ve kollarını açarak, "Alper!" Diye bağırdı.
Sesi birden evde yankılanınca kollarını da iki yanımdan sarılı halde olduğunu fark ettim. Ne ara yapıştığını bilmiyordum. Ama bir an için hiç çekilmeyeceğini düşündüm. İşin sıkıntılı tarafı, kokusu tanıdıktı ve özlemiştim.
Göz ucuyla Kaya'ya baktığımda yüzündeki o rahatsız ifadeyi tekrar gördüm. Sonra beni bırakan Berke elini uzattı ve Kaya'ya da selam verdi. Annem ve Kaya'nın tanışmasından bile daha kötüydü karşımdaki manzara. Harbiden kötüydü. Berke'yle çok rezil anılarımız vardı. Kaya hiçbirini bilmemeliydi.
Neyseki içeri doğru adımladığını gören Kaya, "Ben gideyim artık." Diyip dışarı doğru bir adım attı. Gitmesin istiyordum. Giderse günlerce göremeyecektim onu. Gitmemeliydi. Ama hayat kontrolüm dışında ilerlemeye bayıldığı için Berke salonuma, Kaya da evimin dışına çıktı. "Peki." Dedim. "Görüşürüz."
Öpmesini bekledim. Öpmedi. Veya öpemedi, Berke görür diye yanaşmadı bile. Arabasına doğru ilerlemeye başladı. Ben de bir süre öylece arkasından izledim.
Kapıyı çekip içeri geçtiğimde sinirliydim. Kaya gitmişti ve suçlusu Berke'ydi. Buraya gelmesinin de mantığı yoktu. Gelmemeliydi. Rebecca denilen o latin çakması esmer tenli kızla "ciddi ilişki" yapıp kapıma dayanmasının hiçbir anlamı yoktu.
Geldiği deliğe geri sokmak için salona daldığımda yüzündeki o burada olmaktan çok keyif alıyormuş gibi gösteren ifadeyi fark edip iyice sinirlendim. Karşısında ayakta dikilip, "Niye geldin?" Dedim. Mesajlarına cevap vermiyorum. Peşinden koştuğum biri var. Sen niye geldin?
Gözlerini kısıp, "Seni özledim." Dedi. Ben ifadesiz yüzümle boş boş bakmaya devam edince ayağa kalkıp burnumun ucuna kadar yürüdü. "Barışalım Alper."
Güldüm. Küs falan değildik. Ayrılmıştık ve ilişkimiz 3 ay kadar sürmüştü. Bok gibiydi. Vıcık vıcık aşk yaşıyorduk. Orada burada yiyişiyor sonra sanki Türkiye'de yapabilirmişsiniz gibi bir ton hedef sayışını dinliyordum. Küçükken ya çok fazla prensesli kitap okumuştu, ya da psikolojisi fena halde bozulmuştu. Ve gerçekten benimle yeniden çıkacağını düşünebilecek kadar aptaldı.
"Berke bitti gitti." Dedim. "Yollarımızı ayırdık." Gerileyip kollarımı göğsümde birleştirdim, "Seni daha fazla çevremde görmek istemiyorum." Dedim. Bana doğru bir adım attığında gerileyip yüzümdeki ifadeyi sertleştirdim. Onun yüzünden Kaya'ya erken veda etmiştim. Ve annem evdeyken gelip sıkıntı da çıkarabilirdi. Dengesiz davranıyordu.
Yüzüme baktı. Birkaç saniye sonra garip acı dolu bir ifadeyle yüzünü buruşturup salondan çıktı. Dış kapıdan gelen çarpma sesini duyunca homurdanarak odama doğru ilerlemeye başladım. Bu kadar saçmalık benim için çok fazlaydı.
Telefonuma gelen mesaj sesiyle ekrana doğru eğildim. Fatih yazmıştı. Son buluşmamızda anlattığım oyunu oynayabileceğimiz bir bar bulmuş, grup açıp tarihi yazmıştı. Ekranı aşağı kaydırıp bugünün tarihine baktım. Oyunu oynayacağımız gün Kaya İstanbul dışında olacaktı. Yanımda olmasını tercih ederdim. Ama oyunun dışında olması biraz da tehlikenin dışında olması anlamına geliyordu. Bu da beni içten içe rahatlatıyordu.
Mesaja geri dönüp geleceğimi yazdım. Ortaya attığım şeye benim de katılmam gerekirdi sonuçta.