Bölüm ismini çok düşündüm ama en mantıklı bu olabileceğine karar verdim. Çünkü bu bölümde kendimizi sevmemiz hakkında bazı yerler var. Kendini sevmeyen bir insan olarak söylüyorum ki hayat bazen o kadar çok zor oluyor ki. İlk kendini sevip daha sonra diğer insanları sevmelisiniz. Eğer kendini sevmeyip direk diğer insanları seviyorsunuz bazen omuzlarınızda ki ağırlık yüzünden yürüyemecek gibi oluyorsunuz.
Yani, kısaca, kendinizi sevin. Her kim olursanız olun. Ben de kendimi sevmeye çalışıyorum ve bir gün kendimi kendim olduğum için tamamen kabul edeceğim günü bekliyorum.
Şu an olduğum ortamın garipliğini nasıl anlatacağıma hala karar veremedim. Karşımda oturan hiç tanımadığım yedi adam, onlara tüm sevecenliğiyle hizmet eden unni, olanları anlamayan ben ve durmadan bana bakıp gülen çocuk. Bu çocuk az önce bana kapıda göz kırpmıştı. Sapık mı ki acaba?
Unni önümdeki tabağı eline alarak içine hiç tatmadığım garip kore yemeğinden koyduktan sonra "Hepsi bitecek," diyerek yerine oturdu. Gözlerimi kısıp önümdeki yemeğin ne olduğunu anlamaya çalışırken çocuklardan biri "O bir yemek. Bakıştığın erkek arkadaşın değil." dediğinde gözlerimi yemekten çekerek sesin geldiği yere baktım. Kaşı yarılmış küçük gözlü çocuk yüzündeki alaycı ifadeyle yüzüme bakarken, ben de yüzüme aynı onun gibi alaycı bir gülümseme kondurarak "Hadi ya gerçekten mi? Tüh görüyor musun ben hala alışamadım buranın adetlerine. Biz Amerika'da yemeğe başlamadan önce beş dakika yemekle bakışırız ki yemek daha güzel olsun, tat versin bize." dedim ve gülümsememi büyüttüm. "Sen de dene istersen kaşı yarılmış zeki çocuk."
Çocuğun yüzündeki gülümseme bir anda silinmiş, küçük olan gözlerini daha da kısmış kötü kötü yüzüme bakarken, oturan diğer altı erkek bir ağızdan "oooo" diye sesler çıkarmaya başlamıştı. Ben de gözlerimi çocuktan çekmeden yüzümdeki zafer gülümsemesiyle çatala batırdığım yemeği ağzıma götürdüm ve çiğnemeye başladım. Ne yazık ki yüzümdeki gülümseme bir anda solmuş çatalı elimden düşürerek öksürmeye başlamıştım.
"Yandımmm yandım. Ahhh ağzım," Bağırışım diğer herkesin gülmesine sebep olurken, ben ayağa kalkıyor tekrar oturuyordum. Bu nasıl acıdır böyle. Köpek gibi dilimi dışarı çıkarmış elimi sallayarak serinlik vermeye çalışırken bir yandan da "Su versenize be! Ölüyorum görmüyor musunuz?" diye feryat ediyordum.
Unni yüzündeki bıkkın ifadeyle kafasını sallarken, en başta oturan çocuk önündeki bardağa su doldurarak içmem için uzattı. Kimdi bu çocuk? Jim?
Çocuğun elindeki suyu alıp tek seferde içerken, bardağı uzatarak "Bir bardak daha verir misin?" diye sordum. Kaşı yarılmış uyuz çocuk "Hayret, demek ki rica edebiliyormuşsun. Biraz garip oldu." Dedi ve çatalına batırdığı büyük lokmayı ağzına koydu. Umarım acıdan yanıp kül olursun.
Az önce suyu veren çocuk bardağı elimden alıp tekrar doldurarak geri uzattı. Yine tek seferde suyu içip yerime otururken yüzümü buruşturdum. "Siz bunu nasıl yiyorsunuz? Birinizin yüzünde bile küçücük bir kıpırdanma yok. İnsan bir tepki verir. Ne bileyim 'ah acı olmuş' falan der. Bu ne rahatlık." Gözlerimi devirip önümdeki yemeği ileriye doğru iterken, kollarımı göğsümde birleştirerek geriye yaslandım. Zaten aptallık bendeydi. Kore'nin yemeklerinin zehir gibi olduğunu nasıl unutabilirdim ki. Bir de üzerine rezil olmuştum.
Hiçkimse beni takmadan yemek yerken, ben de oflayarak ayağa kalktım. Unni kafasını yemekten kaldırmadan-bu ne iştahtır böyle- "Nereye?" diye sorunca, "Nereye olucak mutfağa tabii ki de. Yemek için bir şeyler yapacağım." dedim. Ve bunu dememle unni telaşla ayağa kalkarak kolumdan tutup tekrar yerime oturttu. "Aman sen otur, ben sana bir şeyler hazırlarım. İkinci bir mutfak kazası çıkarma başıma."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizliğin Melodisi
FanfictionDüşmekten korkan birinin bir anda düşmek için uçuruma yaklaşması ne kadar doğru olabilirdi ki? Hayatın oyununu kendi aleyhine çevirecek kadar zeki birisi aşık olduğunda ne kadar aptal olacağını kendi gözleriyle görmüş ve bu yüzden kendine bir söz da...