1, 2, 3, 4, 5...
Nefesimi tutmuş aklımdan geçen, önümü kapatan saniyeleri sayarken, düşüncelerimde boğuluyordum.
15, 16, 17, 18, 19, 20...
Bazı günler olur ya hani gecesini görmek istemediğiniz ve ya hiç uyanmak istemediğiniz, etrafınızdaki insanlardan soyutlanıp, uçuş moduna girip de çıkmak istemediğimiz günler. İşte şimdi o günün ortasına gülle gibi düştüğümü hissediyordum.
43, 44, 45, 46, 47...
Hala saniyeleri sayıyordum. Hala boş gözlerle önümde duran kahve renkli kapının açılmasını bekliyordum. Elimde sımsıkı tuttuğum telefonum, ritmini kaybeden kalbim, paraşütle uçurumdan atlamış gibi hisseden ruhum ve bunlara zıt tamamen boş bakan gözlerim. Ne yapmak istediğini asla bilmeyen ben.
120, 121, 122, 123, 124..
İki dakika geçmişti ama bir ömürmüş gelen saniyelerden sonra kahve renkli kapı yavaş bir şekilde açılarak bir kaç adım geri gitmeme sebep olmuştu. Karanlıktan çıktığı için gözlerini kısmış, afallamış ifadeyle yüzüme bakan çocuk benden daha büyük karmaşa içindeydi sanki.
"Blanie?"
155, 156, 157, 158...
Hala saymaya devam mı ediyordum? İsmimi duyana kadar bunun farkında bile değildim. Ruhum bir insan sesine öyle bir susamıştı ki ismimi duyar duymaz az daha Taehyung'un boynuna sarılacaktım.
Gülümsemeye çalışarak "Selam," diyebildim sadece. Zaten kaç gündür ağzını açmayan ben için bu büyük bir adım değil miydi?
"Selam kayıp kız çocuğu. Hala ismimi hatırlıyorsun değil mi?"
Tamamen alay kokan sesinin aksine kırgınlıkla bakan gözleri arkamı dönüp bana böyle bakma diye bağırma isteği uyandırsa da "Jimin?" dedim onun oyununa devam ederek.
Hırıltılı bir şekilde gülerek kapının önünden çekilerek girmem için yer açtı. İlk bir kaç saniye tereddüt etsem de içeri girerek gözümü karanlık koridora diktim. Belki de geri gidip yatağıma girerek arkamda bıraktığım enkazı görmezden gelmeliydim?
"Hyungun odasını biliyorsun değil mi? Sana eşlik etmeme gerek yok?"
Onunla bu kadar mesafeli konuşmak canımı sıkıyordu ama etrafımdakileri daha fazla kendi bataklığımın içine çekmek istemiyordum. Olmayan bataklığın içinde, olmayan insanlarla boğulmak istemiyordum.
Arkamı dönmeden sadece kafamı sallayarak yürümeye başladım. Sana bakamam Taehyung. Sana bakamam dostum. Çünkü bakarsam kolundan tutup küçük bir kız çocuğu gibi hıçkırarak ağlarım. Bunu sana yapamam.
"Sadece tek bir soruma cevap ver ve ondan sonra yoluna devam et."
Aniden durarak derin bir nefes aldım. Durmamı evet olarak kabul etmiş, konuşmaya devam etmişti.
"Yarım bırakmayacaksın değil mi?"
Kaşlarımı çatmış, ne demeye çalıştığını anlamaya çalışırken "Onu, bizi yarım bırakmayacaksın değil mi?" diye sordu kalbimin ortasına elindeki çocukluk anılarımla dolu hayali albümü fırlatarak. Albümdeki siyah beyaz fotoğraflar ruhumun üzerine yavaş yavaş dökülürken, eğilerek yere düşen fotoğraflardan birisini elime aldım. Kocaman gülümseyen iki dost gözlerimin içine bakarken, dudaklarımı birbirine sıkıca kilitledim.
"Yarım bırakılmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum, Taehyung. Bu yüzden kendimin doya doya tattığı bu duyguyu sizinle paylaşacak kadar bencil değilim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizliğin Melodisi
FanfictionDüşmekten korkan birinin bir anda düşmek için uçuruma yaklaşması ne kadar doğru olabilirdi ki? Hayatın oyununu kendi aleyhine çevirecek kadar zeki birisi aşık olduğunda ne kadar aptal olacağını kendi gözleriyle görmüş ve bu yüzden kendine bir söz da...