Bazı anılarımız vardır, sen aklından her seferinde söküp atmak istedikçe o daha sıkıca yapışır mutlu günlerinin bir köşesine. Silemiyorsun. Sildikçe sadece yırtılıyor ama o anı hala orada kalıyor.
Kanser gibi. Dokunduğun an tüm vücuduna yayılıyor. Tüm ruhunu ele geçiriyor. Yoruldum, tükendim, bıktım diyemiyorsun bile.
Bu bir yazarın kelimelerinin tükenmesi gibiydi. Yazmak zorundasındır ama yazamıyorsundur. Geride seni bekleyen binlerce sevenin varken, sen sadece üzüntünün elinden tutup uzaklaşmaya çalışıyorsundur.
Hala aklımdan çıkmıyor. Hala o bana acıyarak bakan gözlerini beynimden, ruhumdan, gözlerimden silemiyordum. Ben sana hiç bir zaman acımadım demişti. Acıdığını kendisi bile bilmiyordu ki. Gözlerindeki o duyguyu görmüyordu. Ama ben görmüştüm. İliklerimin dibine kadar görmüştüm. Hissetmiştim. Ruhumun en son köşesine kadar hissetmiştim. Acıtmıştım. Kalbimin mutlu anılarla dolu kısmını o bakışlarla kanatarak acıtmıştım...
"Blanie, beni duyuyor musun?"
Gözümün önünde sallanan el ile irkilerek az daha oturduğum sandalyeden düşüyordum ki, Kang Joon sandalyemi tutarak son anda düşmemi engellemişti. Gözlerimi kırpıştırıp yüzüne bakarken, "İyi misin?" diye sordu endişeli bir ifadeyle. Değildim. "Çok solgun görünüyorsun. Kaç dakikadır sana sesleniyorum ama hiçbir tepki vermiyorsun."
Min Yoon Gi. Bana neler yapıyordun böyle? Niye beynim, ruhum, kalbim senin ismini kulağıma fısıldıyordu? Neden beni rahat bırakmıyordun?
Boğazımı temizleyerek kafamı salladım. "İyiyim, sadece grip oluyorum galiba. Büyük bir şey yok."
Kang Joon elindeki kalemi masaya koyarak "İstersen revire gidelim? İlaç versin hemşire sana. Ya da doktora gidelim, olur mu?" diye sordu yeşil gözleriyle dikkatlice yüzüme bakarken.
"Hayır, gerçekten iyiyim. Büyütecek bir şey yok. Eve gidince ilaç alıp uyurum, yarına bir şeyim kalmaz."
Tam inanmasa da kafasını sallayarak "Sen öyle diyorsan," deyince hemen gülümsemeye çalışarak "Evet, öyle diyorum." dedim. "Beni boşver de bugün üçüncü buluşmamız ve hala projenin ne olacağına karar veremedik. Ne yapacağız?"
Kang Joon o yüzünden hiçbir zaman eksik olmayan gülümsemesiyle "Ben bir gün içinde proje bulup, onu sabaha kadar hazırlayan insanım. Dert ettiğin şeye bak." dedi burnunu kırıştırarak.
Kıkırdarken "Vay canına," dedim alkışlayarak. "Dong Hyun öğretmenin sevimli öğrencisi diğer öğrenciler gibi son gün proje hazırlayanlardan demek." Gözlerimi kısarak elimi tehdit vari bir şekilde sallayarak "Sence bunu Dong Hyun öğretmene söylemeli miyim?" diye sordum kısık sesle.
Kang Joon küçük bir kahkaha atarken "Bunu bana, biricik ortağına yapamazsın dimi?" diye sordu yalandan korkmuş bir ifadeyle. Kahkahasına eşlik ederek kafamı iki yana salladım. Bazen bir kaç dakika da olsa böyle gülmek bana çok iyi geliyordu. Geçmiş, şimdi, ilerde olacaklar beni çok yoruyordu ve bu yorgunluk yatıp dinlenmekle geçecek bir şey değildi.
Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki ileride dikkatlice yüzüme bakan bir çift kahverengli gözlerle göz göze geldim. Kalp ruhun okyanusunda oradan oraya sürükleniyordu başına gelecekleri bildiği halde.
Yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş solarken, masanın altındaki elimi sıkarak bacağımın üzerine koydum. O kadar boş bir ifadeyle bakıyordu ki yüzüme bir an kendimi uçurumun kenarındaymışım gibi hissetmiştim. Kimsesiz ve yapayalnız.
Öyle kaç saniye, kaç dakika birbirimizin gözlerinin içine baktık bilmiyorum ama son anda yanında olduğunu farkettiğim Taehyung'a bir şeyler söyleyerek, tekrar yüzüme bakmadan arkasını dönerek çıkıp gitmişti. Ve beni o uçurumdan aşağıya doğru itmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizliğin Melodisi
FanfictionDüşmekten korkan birinin bir anda düşmek için uçuruma yaklaşması ne kadar doğru olabilirdi ki? Hayatın oyununu kendi aleyhine çevirecek kadar zeki birisi aşık olduğunda ne kadar aptal olacağını kendi gözleriyle görmüş ve bu yüzden kendine bir söz da...