"Çirkin renk."-Bölüm9

72 25 8
                                    

İnsanoğlu çok garip bir varlıktır. Aklından neler geçer asla tahmin edemezsin. Yüzüne gülerken samimi mi, ağlarken aslında içinden sana bakarak güldüğünü mü bilmek imkansızdır. Bazen çok iyi tanıyorum dediğin insanın bile bir anda yaptığı bir hata yüzünden tüm hayatın darmadağın olabilir.

Aklımda dönüp duran 'benim kim olduğuma sen karar vereceksin' cümlesi, rüzgarda uçuşan yaprak gibi ordan oraya savruluyordu. O kimdi? Neden iki kişiliğe sahip birisiymiş gibi davranıyordu? Ve en önemlisi neden onu bu kadar çok merak ediyordum?

Kendimi öyle bir çıkmazın içinde hissediyordum ki elim ayağım tellerle bağlanmıştı sanki. Her hareket ettiğimde teller etime batıyor, kanatıyor, acıtıyor, ağlatıyordu. Her hıçkırışımda daha da sert çekiyordum telleri. Kimseye değil sadece kendi canımı acıtıyordum ve bunu bile bile devam ediyordum. 

Yalnızdım. Gerçekten yalnızdım. Kimse yanıma yaklaşmıyordu. Kimse beni görmüyordu. Kimse beni duymuyordu. Ben onları görüyordum, duyuyordum hatta hissedebiliyordum ama onlar...

Üşüyordum. Geçmişime sarılmış ısınmaya çalışırken, aslında beni üşüten şeyin geçmişim olduğunu asla kabullenmiyordum. İliklerime kadar titrerken daha da sıkı sarılıyordum. Bir umut. Küçük bir umut büyütmeye çalışıyordum içimde. Hayal kuruyordum. O hayallerimde çiçekler büyütüyordum. Onları okşuyor, suluyor, gülümseyerek izliyordum. Ama gerçekleşmeyecek bir hayalde açmayan bir çiçek yetiştirdiğimi asla kabullenemiyordum. Ben, kendine yalan söyleyen, yalanına inanmaya çalışan, aslında tek bir kelimesine bile inanmayan çok iyi bir oyuncuydum. Ben geçmişinin eteğine sarılan, asla büyümeyen kız çocuğuydum.

"Blanie!" Bir anda kolumu yediğim şaplakla kendime gelirken, kafamı gözlerini kısmış pis pis yüzüme bakan Sun Yeon unniye çevirdim. Şaplaktan yanan kolumu tutarak "Ne vuruyorsun be," deyince, tekrar vurarak "Deminden beri sana sesleniyorum, niye cevap vermiyorsun?" diye sordu elindeki çubukları tabağına koyarak. 

Kolumu tutarken, yüzümü masadaki şaşkın yüzlere çevirdim. Sun Yeon unni çocukları akşam yemeğine davet ettiğimi duyunca çok sevinmiş, bu yüzden daha fazla çin mantısını yapmıştı. Umarım kimse zehirlenmezdi.

Mahçup bakışlarla çocuklara bakarak "Kusura bakmayın, dalmışım biraz," dedim burnumu kırıştırarak. Yanımda oturan Taehyung elini alnıma koyarak bir kaç saniye öyle kaldıktan sonra "Ateşin yok, boynun mu ağrıyor yine?" diye sordu dikkatlice yüzüme bakarken. Küçük gülümsemeyle burnuna hafif bir fiske vurarak "İyiyim canım, merak etme. Boynum da artık ağrımıyor." dedim gözlerimi Yoon Gi'ye çevirerek. Yüzünde 'tabii ki de ağrımayacak çünkü o boyna şifalı eller dokundu" dermiş gibi bir ifade vardı. Gülümsemem daha da büyürken, Jin, sabırsızca yerinde kıpırdanarak "Nuna, artık yemeye geçebilir miyiz?" diye sordu ağzını şapırdatarak. Aynı an da Jungkook ve Hoseok da onu onaylayınca unni yüzündeki o ben muhteşemim ifadesiyle ayağa kalkarak "Hemen getiriyorum," dedi mutfağa doğru yürüyerek.

En fazla iki dakika önce sabırsızca bekleyen biz, şimdi önümüzde garip  şekillere sahip, ne olduğu belirsiz, adı çin mantısı kendisi mantıdan başka herşeye benzeyen yemeğe bakıyorduk. Acaba çinlilerin böyle bir mantıları olduğundan haberleri var mıydı?

Unni, yerinde sabırsızca kıpırdanarak masaya doğru eğilip, "Eee, hadi yesenize, neyi bekliyorsunuz? Özel bir tarif bu dikkat edin de parmaklarınızı yemeyin," dedi o şen kahkahasını atarak. Özel tarifler yere yatmış ağlıyordu şu an.

Jungkook, çubuklarının arasında ki garip desenli mantıyı havaya kaldırarak "Galiba gerçekten açlıktan parmaklarımızı yiyeceğiz," diyince küçük bir kahkaha attım. Ama unninin korkunç bakışlarına maruz kalınca hemen elimle ağzımı kapatarak Taehyung'un arkasına saklandım. Yarın gazetelerin ilk sayfasında "Yaptığı yemekle dalga geçtiği için Amerikalı kızı öldüren Kore'li kadın" başlığını şimdiden görebiliyordum.

Sessizliğin MelodisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin