Çatalımı bir o yana bir bu yana sallarken terleyen avuç içlerimi farkedip bu eylemi yapmayı bıraktım. Her akşam olduğu gibi sanki koca evde Tanrı nın ruhları dolaşıyormuş da bizde saygısızlık yapmayıp susmak zorundaymışız gibiydi. Kafamı az pişip berbat görünümlü olan et yemeğinden çekip Emily e baktım. Saçları taranmamış bir şekilde omuzlarından aşağıya süzülüyordu. Sanki hayatın yükü onun omuzlarındaymış gibiydi. Yüzünde yarı silik olan makyajı ve kırışmaya başlayan elleriyle çatalı kavrayıp küçük lokmalarla eti ağzına götürüyordu. Gözleri beni bulduğunda gözlerimi kaçırıp sandalyemde ayaklandım. Son zamanlarda aramız berbattı. Gerçi hiç bi zaman iyi olmamıştı. 'Ben yukarıya çıkıyorum.' diyip her basamağında gıcır gıcır ses gelen merdivenlere yöneldim. Bu ev son derece eskimişti. Annem ve babam evlendikden sonra büyükbabamın evine yani buraya yerleşmişler. Bir daha da taşınmamışlar. Biz de burada büyümüşüz ablamla. Babam anlatırdı bana bunları. Ta ki o geceye kadar.
Odama çıktığımda başucumda bulunan pencereyi açıp oraya oturdum. Cebimdeki paketten bir sigara çıkarıp ucunu ateşledim ve o nefesi derince içime çekerek arkama yaslandım.
Hayatın bana kattığı şeyleri kontrol edemezdim ki. Bu elimde değildi. Bazı şeylerde kaderin önüne geçilemiyordu. Bazen cidden pes edecek noktaya kadar geliyordum ama bunu yapamazdım. En azından toprak altında yatan anne ve babama saygım olmalıydı.
Güneş batmıştı ve etrafta yarı karanlık hakimdi. Hafif esen rüzgar tenimi ele geçirip beni üşüttüğünde pencereyi kapatıp içeri geçtim. Yatağıma uzandığımda yan tarafımda bulunan boş yatak her baktığımda beni hüzünlendirmeye yetiyordu. Gözümde o geçirdiğimiz Mayıs akşamı canlandı.
'Ah! Öylemi? Demek sen kazanacaksın küçük cadı!' Ablamın bana alaylı bir ifadeyle bakarak sarfettiği sözler beni daha fazla hırslandırmaya yetmişti bile. Ani bir hışımla elime aldığım yastığı yatağına doğru koşarak oturur pozisyondaki ablama savurdum. O ise her zaman ki gibi narin kollarıyla yastığı yakalayıp beni yatağa yatırdı. Ablamın gücüne çok hayret ederdim. Görünüşte o kadar narin ve güzeldi ki üç kızı birden dövebileceğine inanmazdınız. Bende inanmıyordum fakat şahit olana kadar. Öyle çok gıdıklıyordu ki. Gözlerimdeki akan yaşlardan etrafı göremiyordum. Geçirdiğimiz son derece sayılı sayılabilecek mutlu anlarımızdan birini çalan telefonu bölmüştü. O gece arkadaşlarıyla buluşacağı için beni unutup koşuşturmalı hayatına geri dönen ablamı gardırobun önünde ne giyeceğine karar veremeyen heyecanlı haliyle izlemeye devam ettim. O güzeldi. Çok güzeldi. En iyisini hakediyordu. Benim en kötüsünü hakettiğim gibi.
Gözümü oradan ayırıp tavana diktim. Bir süre daha böyle kaldıktan sonra kalkıp dolabın önüne yöneldim. Ablam gibi ne giyeceğine karar veremeyen tiplerden değildim. Dış görünüşüme pek önem verdiğim sayılmazdı. Kapuşonlu hırkamı üzerime geçirip sırt çantamı tek omuzuma taktım ve odadan ayrıldım. Emily nin mutfakta bulaşıkla uğraştığına dair sesler duyunca ayakkabılarımı ayağıma geçirip sessizce evden ayrıldım. Dar sokaklarda zikzaklı çizgiler çekerek yürümeye başladığımda işte şimdi birazda olsa özgürlüğümü hissedebiliyordum. Hafif koşmaya başladığımda hızımı alamayıp daha hızlı koşmaya başladım. Kendimi durduramıyordum. Sanki koşunca herşey unutulup geçicekmiş gibi geliyordu. Hayatın o an sadece durmasını istedim. Ama öyle olmadı. Göğüsüm sıkışmaya başlayınca elimi duvara yaslayıp nefes alışverişlerimi düzelttim. Normalde okula otobüs ile giderdim ama gece derslerine gelirken yürümek hobilerimin arasındaydı. Okulun bahçesine yaklaştığımda içeriye girip ağır adımlarla binaya yöneldim. Hızla merdivenleri çıkarak sınıf kapısını açtığımda tüm gözlerin beni bulmasına tabiki de alışık değildim.
'Üzgünüm Bayan Rose...Yani geç kaldığım için.' Bayan Rose yanıma yaklaşarak beni süzdü. 'Sınava çalışacağına ve akşam derslerine de geleceğine söz vermiştin. Bakıyorumda ilk haftadan file vermişsin. Sen bu kafayla gidersen hiçbir üniversiteyi kazanamazsın. Şimdi dışarıya çık. Bu akşam seni görmek istemiyorum.' Sanki umurumdasın bakışları atıp dışarıya çıktım. Bu kadın cidden can sıkıcıydı. Beni gördüğü an azarlamak için elinden geleni yapardı. Koridorun solunda bulunan kütüphaneye girdim ve pencere kenarında ki bir masaya oturdum. Çantamdan kitaplarımı çıkarıp her cümlesini beynime sokmaya çalıştığım bilgileri okumaya başladım. Bir süre sonra ağırlaşan gözlerimi serbest bırakmamak için kendimle savaşa girdim. Kimin kazanacağı belliydi. Ama ben her zaman yaptığım gibi çabalamaya ve direnmeye devam ediyordum. Sanki bir derede durmadan akan suların etkisiyle akışa kapılmış ama küçücük bir dala tutunup umut bekler gibiydi. Böyleydi. Benim hayatımda direnmeye karşı yaratılmıştı sanırım. Tanrı da beni böyle sınıyor olmalıydı. Yenilirsem bu savaşı kaybedecektim. Kazanırsam ne olacağını bilmiyordum. Bilmeden kazanmaya çalışmak mantıksız yaptığım şeylerden sadece biriydi.
Kitaplarımı hızlıca çantama yerleştirip oradan ayrıldım. Burada daha fazla kalamazdım. Koridorun sessizliği içimi ürpertirken bir an önce binadan ayrılmayı dileyerek merdivenlerden koşa koşa inmeye başladım. Yaklaşık bir yıl önce aldığım siyah botlarımın bağcıkları açılmış olmalı ki son üç basamak kala yere kapaklandım. Önümü kapatan perçemlerimi geriye doğru iterek oturur pozisyona geldim. Yanaklarımı ıslatan sıcak gözyaşlarımı serbest bırakıp bırakmamak konusunda tereddütlü kalsam da bunun iyi olmayacağını hissederek ayaklanmaya çalıştım. Dizimin ağrısı şiddetini baş gösterirken kalkamayarak pes ettim. Bu sırada sinirden akan gözyaşlarımı elimin tersiyle silip duruyordum. Sağ koridorun sonundan bir kapı açılarak sertçe kapatıldı. Bu içimin daha da ürpermesine neden oldu. Hafif aydınlık olduğu için bu tarafa doğru gelen kişiyi pek göremiyordum. Ama yanıma yaklaştığında diğer sınıftan Asyalı Park Jimin olduğunu gördüm. 'Ne işin var burada?!' yüzündeki ifade sinirli olduğunu ele veriyordu. Yutkunarak gözlerimden bir damla yaşın daha akmasına sebep oldum. Kitlenmiş gibiydim sanki. Korkudandı. Evet bu hali beni korkutmuştu. Aslında pek iletişimimizin olduğu söylenemezdi. O da çoğu insan gibi bana acınır bakışlar yollar ve yanımdan öylece gelip geçerdi. Bana umursamaz bakışlar yollayıp çıkışa doğru yöneldi. Doğrusu onun ne yaptığı umurumda bile olmazken birkaç dakika sonra ağlayarak aynı kapıdan çıkan Jessica merakımı ele vermişti. Beni görmezden gelerek koşa koşa Jimin in arkasından gitti. Bunlarla dolduramazdım kafamı. Zaten yeterince kendi içimde acımı çekiyordum. Yavaşça ayaklanarak okuldan ayrıldım. Hayatın bana verdiği cezalardan biride sanırım şu dizimin saçma sapan ağrımasıydı. Gecenin karanlığında dar sokaklarda kendimi serbest bıraktım ve sigaramdan aldığım derin nefesi soğuk havaya bırakarak hiç gitmek istemediğim o lanet evin yolunu tuttum.
Merhaba arkadaşlar! Uzun bir aradan sonra yeni kitabımla karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz. Bölümleri sık sık atmayı düşünüyorum. Lütfen yorumlarınızı ve voteyi eksik etmeyin. Sizleri seviyorum. İyi okumalar.❤️
Bu arada kitabın adı Nebelıg yani Almanca da Sisli demek. Neden sisli olduğunu ilerleyen bölümlerde anlayacaksınız.😊😌
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEBELIG//Park Jimin
Random'Sisli bir gökyüzünde gün ışığını aramak gibiydi onu sevmek. Umut değil acı vadederdi..