~9~

31 4 9
                                    

Dizlerimi titreterek sallamaya başladığımda gerginliğim almış başını gidiyordu. Kapı açılıp sekreter ismimi söylediğinde çantamı koluma takıp terapistin odasına girdim. Ortama beyaz renk hakimdi. Krem renginde ki koltuklar ve masa içinizi ferahlatmak için olsada beni daha fazla tedirginleştirmişti. Bayan Diana ayağa kalkıp yarı kızgın yarı üzgün haliyle beni karşıladı. Artık düzenli olarak gelmediğim bu içimi döktüğüm kadının utana sıkıla yüzüne baktım. Oturmamı işaret ettiğinde yiyeceğim azarı kafamda kurmaya başlamıştım bile.

'Alo? Efendim Laura?' Asansörün düğmesine basıp beklemeye başladım. 'Hanuel neredesin?' sesi tedirgin geliyordu sanki. 'Terapisten yeni çıktım. Geliyorum şimdi okula. Birşey mi oldu?' Laura ya okula öğleden sonra geleceğimi söylemiştim. Önemli birşey olmadıysa aramazdı okuldayken. 'Sen gelince söyleyecektim ama bombayı şimdi vereceğim. Dayanamıyorum çünkü daha fazla' Merdivenleri hızlı hızlı inerken son söylediği cümleyle duraksadım. 'Kızım ne oldu söylesene?!' Bir süre ses gelmesede heyecanlı sesiyle konuştu. 'Jessica Jimin i aldatmış.'

'Bizene bundan Laura?' Laura koluma hızlı bir şekilde vurup kızgın gözlerini üzerime dikti. 'Tüm okul bu dedikoduyu konuşuyor sen bizene diyorsun. İnsan birazcık gırgır yapar.' Sıramdan kalkıp ters bir bakış attım. 'Bu demek oluyor ki o gece bunun yüzünden kavga ediyorlardı. Jimin de sinirlenip odadan çıktı. Jessica da pişman bir şekilde arkasından koşarken araba çarptı. Bunda gırgır yapacak ne var Tanrı aşkına? Biri gencecik halde toprağın altında diğeri ise vicdan azabından ölüyor. Dedikodusunu yapacak bu olayı mı buldunuz?! Tebrik ediyorum sizi!' Neredeyse tüm sınıf beni dinlerken gözler üzerimde olduğu gibi sınıftan dışarı çıktım. Sinir katsayımın yükselişi başımı patlatacak şekilde ağrıtıyordu. İnsanların herşeyi bu kadar basit sanmasının sebebi neydi? Laura adımı seslendiğinde arkamı dönüp bakmadan koridorda yürümeye devam ettim. Eğer şuan dönüp cevap verseydim kalbini fazlasıyla kırardım çünkü.

'Kalp kırmak hiç iyi birşey değildir Hanuel unutma.' Annem bir yandan saçlarımı okşuyor diğer yandan da beni kucağına oturtmuş öğütler veriyordu. 'Ama babam ablama çok bağırdı. Ablam da kalbinin kırıldığını söyledi. Eğer kötü birşeyse babam neden yapıyor anne?' Annem o sıcacık gülümsemesini bana sunup gözlerimin o güzel gamzelerinde kaybolmasını sağladı. 'Yetişkinler bazen kalp kırabilir. Ama onlarda en sonunda pişman olurlar. Demem o ki kalp kırmak kesinlikle kötü birşeydir Hanuel. Sen sen ol sakın birinin kalbini kırma. Çoğu zaman geri dönüşü olmayabiliyor çünkü.' Annemin kucağından atlayıp karşısına geçip ellerini tuttum sonrada boynuna sarıldım. 'Söz veriyorum anne!'

Botlarım bastığım her yağmur sularıyla dolup taşan göletle kirleniyordu. Umurumda mıydı? Hayır. Cebimde ki paketten bir sigara çıkarıp ucunu ateşledim. Gözlerim P. Jimin yazısına takılı kalmıştı. Sahi onun gibi biri aldatılmayı ne kadar hakediyordu? Bu zamana kadar kötü birşeyini duymamıştım. Nası biri olduğunu bilemezdim ama eğer birşey yapsaydı duyardım. Jessica melek gibi bir kız olsa da aldatılmayı kimse haketmezdi. İnsanın gururu bir yana sevgisinin yerle bir olması çılgına çevirirdi herhalde. Belki de yanlış anlaşılmaydı. Eğer yanlış anlamaysa Jimin şuan vicdan azabından ölüyor olurdu. Belki de ölüyordu. Kimse bunu farketmiyordu. İçinde yaşıyordu belki de çoğu şeyi. Gerçekse de ona nefret besliyordu. Düşüncelerimi başımı iki yana sallayıp kovaladım. Kimsenin hayatına yada düşüncesine karışıcak değildim. Ama bazen içimdeki merak duygusuna kapılıp gidiyordum. Çakmağı cebime katıp yürümeye devam ettim. Saat bilmem kaçtı. Eve gitmek istemiyordum. Muhtemelen Emıly uyumuştu. Ama eğer uyumadıysa onunla karşılaşmak istemiyordum. Ondan kaçtığımdan yada korktuğumdan değildi sadece onun bana olan nefret bakışlarını kaldırabileceğimi sanmıyordum. Mezarlığın siyah demirliklerini ittirerek içeriye girdim. Bekçiye teşekkürümü dile getirmek için başımı hafif eğip yürümeye devam ettim. Annemi o kadar çok özlemiştim ki. Mezar taşını bile görmek ufacık da olsa içimdeki yangını bi nebze hafifletebilirdi. Soğuktu. Beton oldukça soğuktu. Ama ben aldırmadım. Ceketimin kollarını biraz daha ellerime çekip sımsıkı sarıldım mezar taşına. Dişlerim birbirine hızlıca çarparken gözümdeki bir yaş mezar taşına düştü. 'Çok üşüyorsun anne. Buz gibisin. Hani senin bana soğuk kış akşamlarında yaptığın gibi sımsıkı sarılıp ısıtacağım seni. Yapacağım bunu.' Hıçkırıklarım artarken kafamı taşa yasladım. Ellerim sımsıkı kavramıştı mezar taşını. Onun çıkıp gelmesini istiyordum. Sadece bir kerecikte olsa ona sımsıkı sarılmak ve hiç bırakmamak istiyordum. İmkansız olması çıldırtıyordu beni. Omuzuma dokunan el ile irkilip başımı kaldırdım. 'Kalk hadi.' Jimin diğer eliyle kolumu tutup beni yavaşça kaldırdı yerden. Hıçkırıklarım annemden ayrıldığım için artarken hayır diyemedim ona. Sadece beni oradan uzaklaştırmasını izledim.

'Daha iyi misin?' Verdiği su şişesini elimde oynatırken başımı evet anlamında salladım. Gecenin sessizliği üzerimize çökerken başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerini karşıya dikmiş öylece yanıp sönen bozuk sokak lambasını izliyordu. Dikkatlice yüzünü izlerken gözleri beni yakaladı. Ay ışığında olduğundan daha parlak gözüken gözleri o anda soluk kahvelerimle buluştu.

'Birbirimizin gözlerinden gökyüzünü izlemek için ne güzel bir gece...

Öyle değil mi?'

NEBELIG//Park JiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin