~ 6~

27 4 4
                                    

Yeni yıl... Işıklar, görkemli süslemeler, damadın kız kardeşi gibi süslendirilmiş zavallı çam ağaçları ve tane tane dökülüp sokakları neşelendiren kar taneleri.. Bunların hepsi yeni yılın yaklaştığının habercisiydi. Neredeyse her mağazanın önünde durup hediyelikler satmaya çalışan orta yaşlı bayanlar yorgunluklarına rağmen gülümsemeyi ihmal etmiyorlardı. Etraf ışıl ışıl parlıyordu. Önüme düşen perçemimi kulağımın arkasına sıkıştırıp diğerlerine göre daha az süslenmiş olan mağazanın kapısından içeriye girdim. Burada neredeyse herşey var gibiydi. Vitrinler tıka basa doluydu. Aradığım hediyeyi burada bulacağımdan emin olduğumda dükkanda gezinmeye başladım. Ama ben bu kadar güzel şeyin arasında nasıl seçim yapabilirdim ki? Pes etmeyerek gözlerimi daha fazla açıp devam ettim. Laura benim için özel biriydi. Onun için güzel birşey almak istiyordum. Hediyeleşmeyecektik. Yani ona içimden geldiği için hediye alıyordum. Sonuçta derdimi dinlemeye çalışan, benim için az da olsa endişelenen ve bana kimsenin yapmadığı iyilikleri yapan masal kahramanı gibi bir genç kız. Kenar raflarda duran bir kar küresi gözüme çarptı. İçinde kumral bir genç kız vardı. Bembeyaz elbisesine uyumlu bembeyaz kanatları vardı. Açık kahve saçlarında ki kar taneleri onu bir melekten farksız yapıyordu. Yüzümde oluşan tebessümle kasaya doğru yürüdüm.

'Al bakalım bu da senin noel hediyen.' Babamın bana uzattığı hediye kutusunu elime alıp büyük bir heyecanla açtım. 'Canım babacım!.. Çok teşekkür ederim!.' Babamın canını hafif de olsa acıtacak kadar sarıldığımda kollarımı geriye çekip elimde duran küçük bileklik kutusuna bir kez daha göz attım. Bilekliği parlayan kar taneleri süslemişti. Son derece sade ve hoş duruyordu. Babam onu incecik bileklerime taktığında kendimi bir prensesten farksız hissetmiştim. Babamdan aldığım son hediye kalbimde kelebekler oluşturmuştu. Bu hediyenin benim için sonsuza kadar değerli kalmayacağını kendime o zaman söylemeliydim.

Kasada parasını ödediğim küçük kar küresini çantama yerleştirip dar sokaklarda yürümeye başladım. Montumun cebinde ki telefon titrediğinde çıkarıp arayan kişiye baktım. 'Efendim Laura?' Kar yağmaya başladığı için bir dükkanın altına sığındım o sırada. 'Kutlamaya geliceksin değil mi?' Noel geldiği için okuldaki son sınıflarla yapılacak olan kutlama. Gitmek istemiyordum. 'Laura gelmek istemediğimi söylemiştim.' Umarım ısrar etmezdi. 'Bak bunu kaç kere konuştuk. En son tamam gelirim demiştin. Şimdi ne değişti? Benim kalbimi kırmak istemiyorsan gel.' Telefonun kapandığına dair ses duyduğumda gözlerimi gökyüzüne diktim. Son söylediği cümle fikrimin yüz seksen derece dönmesine neden olmuştu. Suratımı asarak evin yolunu tuttum. Onun kalbini kırmayı istemek yapacağım en son şeylerdendi.

'Bak sana daha çok yakıştı bence sen giymelisin.' Ablam Emıly nin ona yeni aldığı pantolonu şaşırtıcı derece de benim üstüme giydiriyordu. Aynada kendime baktığımda yakıştığını farkettim. Koyu lacivert renginde bileklerinde ve ön cep kısımlarında siyah dantel detayları olan hoş bir pantolondu. Tebessüm ederek ona doğru döndüm. 'Teşekkür ederim.'

Bu pantolonu elime aldığımda gözyaşlarım sel olup akmaya başlamışlardı bile gözlerimden. Yere çöküp sıkıca sarıldım pantolona. Onu bu akşam giymek istiyordum. Sakinleştiğimde ayağa kalkıp hazırlanmaya başladım. Bir yandan da gözyaşlarım tane tane akıyordu gözlerimden. Üzerime siyah örgü bir kazak geçirdiğimde ışıltı olsun diye boğazıma taktım gümüş renginde kar taneli kolyemi. Gözlerimde oluşan kızarıklık ve morlukları kapatmak için hafif makyaj yaptım. Saçlarımı da salaş biçimde kendi haline bırakarak merdivenlerden aşağıya indim başıma geleceklerden habersiz. Emıly koltukta uzanmış televizyon izliyordu. 'Ben gidiyorum. Hani sana şu bahsettiğim kutlamaya.' Gözlerini bir süre üzerimde gezdirip hızlıca ayağa kalktı. Ellerini saçıma götürüp hızlıca çekmeye başladı. Diğer eliyle suratıma şaplaklar savuruyor başımın bir o yana bir bu yana savrulmasını sağlıyordu. Burnumdan aktığını hissettiğim sıcak kan dudaklarıma ulaşmıştı bile. Hüngür hüngür ağlıyor ama kılımı kıpırdatmıyordum. Bunu haketmiştim. Benim yüzümden yaşanan olaylar ve bana olan nefreti birleşmişti. Yere savrulduğumda kafamı biraz merdivenin son basamağına çarptım. O zaman başımın ağrısı ve dönmesi kendini baş göstermişti. Eline aldığı makasla pantolonu bir o yana bir bu yana doğru kesiyordu. Bacaklarıma uyguladığı darbeler beni kıprayamayacak duruma getirmişti. Hem dilinin döndüğü kadar bağırmıştı hemde bacaklarıma darbeler savurmuştu. Tanrı ya bitmesi için yalvarıyordum. En sonunda gidip koltuğa oturdu. Elini saçlarına götürüp çekiştiriyor aynı zamanda hüngür hüngür ağlıyordu. Merdivenlerden zor da olsa sürünerek yukarı çıktığımda bedenimin bitmiş durumda olduğunu anlamıştım. Ablamın pantolonunu benim üzerimde görmek onu deliye çevirmişti. Haklıydı. Buna hakkım yoktu. Kendimi sıcak suyun altına attım. O gece yine hiç ağlamadığım kadar gözyaşı döktüm. Tanrı canımı almak için daha ne kadar acı çekmemi bekliyordu?.

NEBELIG//Park JiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin