Haykırışlarım tüm evi inletirken ablam ve Emıly kollarımdan tutmuş beni banyoya sürüklüyorlardı. Ölesiye ağlıyordum. Tüm benliğimi yitirmiş olmak beni tepetaklak etmişti. Ablam yarı soyulu olan kıyafetlerimi hepten çıkararak beni küvete yatırdı. O da ağlıyordu hemde lanetler savurarak. Kardeşinin böyle birşeye maruz kalması onu çılgına çevirmişti. Eline aldığı şampuanları duş jellerini tüm gücüyle sıktı vücuduma. Çeşmeden akan sıcak suyun derimi yakmasına izin verdim acıyı hissetmiyordum çünkü artık. İkimizde konuşmuyorduk sadece ağlıyorduk. Ablam eline aldığı lif ile var gücüyle vücudumu temizlemeye çalışıyordu. Bunun bir işe yaramayacağını ikimizde biliyorduk. Ama o gece ablam tam 3 saat boyunca beni o küvetin içinde sıcak suyla ve bitirdiği kutu kutu şampuanla ağlaya ağlaya yıkadı.
Gözümden bir damla yaş süzülürken soğuk kahvelerimi ay ışığında parıldayan gözlerinden çekip dolunaya çevirdim. Yaşadığım bu travma aklıma gelince onu haketmediğimi birkez daha anladım. Buz gibi olan elimi sıcacık yüzümle buluşturup gözümden akan yaşı sildim. 'Üzgünüm...' Ayağa kalkarak gözlerinin kahvesine baktım. 'Benden uzak dur. Lütfen.' Sanki birşey koptu içimden. Buz gibi hissediyordum. Hiçbir şey söylemedi. Gözümden akan yaşlarla gecenin sessizliğinin ele geçirdiği sokaklarda gözden kayboldum.
'Ayy! Şuna bak hiç pişmemiş!.' Laura çatalıyla dürttüğü yemeğe son bir kez bıkkın bir suratla bakarak tepsisini geri itti. 'Bide güzel yemekler yapıyoruz diye geçiniyorlar.' Laura nın söylemlerini duymamazlıktan gelerek yemeği yemeye devam ettim. 'Hanuel şuraya bak. Sana bahsettiğim çocuk şurada... Kırmızı ceketli olan.' Kafamı çevirip tarif ettiği yere baktığımda çocukla göz göze geldim. Yandan bir gülümseme attığında başımı önüme çevirdim. 'Dün mesaj attı inanabiliyor musun? Neredeyse tüm gece boyunca konuştuk. Tanrım çok mutluyum!.' Laura sevinçten yerinde duramazken çocuk gelip masamıza oturdu. Bunlar ne ara bu kadar yakın olmuşlardı? Birşeyler geçmişti de ben mi hatırlamıyordum? 'Biz kalkıyoruz Hanuel. Arka bahçedeyiz.' Laura yarım dünya gülümseyerek ayağa kalktı ve çocukla birlikte gözden kayboldular. Umarım doğru yoldadır diye umarken salataya son bir kez çatal batırdım.
Akşam yemeğinden sonra ailece salonda oturuyorduk. Kimseden ses çıkmıyordu. Annem kalkıp dolaptan çantasını getirdi ve içinden beyaz bir kağıt çıkardı. Kağıdı masanın üzerine bıraktığında gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı bile. Korkuyordum. Yüzde yüz kötü birşey olmuştu. Dizlerimi göğsüme çekerek annemin ağzından çıkacak açıklamayı bekledim. Babam anneme yaklaşarak kolunu omuzuna atarak sarıldı. 'Annenizin durumu kötüye gidiyor kızlar.' Yutkunamadım. O an benim için tüm dünya durmuştu. Ne birşey söyleyebildim ne de tepki verebildim. Dolan gözlerimle anneme bakıyordum sadece. Şimdi bir melek bu dünyadan uçup gidecek miydi? Hayır böyle olmamalıydı. Melekler cezalandırılamazlardı. Ablam çoktan koşup anneme sarılmış ve ağlamaya başlamıştı bile. Hızlıca evden çıktım ve olabildiğince koştum. Hayatımın ilk depremini yaşayacak olmak beni herşeyden uzaklaştırmaya yetmişti.
'76!' Ayağa kalkıp cevap verdiğimde Bay Erıc şüpheli gözleriyle beni süzdü ve cevabımı onaylayarak geri otutturdu. Herşeyim bitmiş ve ben tükenmiş olsamda hala yapmam gereken şeyler vardı. İlk öncelikle ders çalışıp bu sınavda iyi bir sonuç almalıydım. Pek bir umudum yoktu ama hayata veda edeceksem bu sınava girip öyle gitmek istiyordum. Hayatımın değişeceğinden falan değildi sadece anneme verdiğim sözlerden bir tanesini de olsa yerine getirip öyle yanına gitmek istiyordum. Zil çaldığında çantama eşyalarımı hızlıca yerleştirip Laura yı beklemeye başladım. 'Ah Hanuel beni mi bekliyorsun?' Etrafa göz gezdirdiğimde sınıfta kimsenin kalmadığını görünce yanıtladım. 'Kimse kalmadı. Tabikide seni.' Muzip bir şekilde gülümseyerek çantasını tek omuzuna taktı. 'Ama bak beni orada bekleyen başka biri var.' Arkamı döndüğümde Laura nın takıldığı o çocuğu gördüm. 'Peki öyleyse. Görüşürüz.' Tebessüm edip el salladım ve oradan ayrıldım. Neden o çocuk bana tuhaf geliyordu? İçimden bir ses kötü bir sonla biteceğini seziyordu. Yada ben kötü şeyler yaşaya yaşaya paranoya bağlamıştım. Kıkırdayarak merdivenleri ikişer ikişer indim ve 5 dakika sonra gidecek olan otobüse yetişmeye çalıştım. Eve gitmeyecektim. Sabah doktor beni arayıp akşam üstü gelmemi istemişti. Sürekli bayılıp bedenimin kötüye gitmesi beni korkunç bir sona sürükleyebilirdi. Bu ihtimal ne üzüyor ne de korkutuyordu. Ne de olsa ait olduğum yere gidebilecektim sonunda.
Doktorun kapısını tıklattığımda içeriye girmem için seslendi. Selamlayıp karşısına oturdum. Yüzünde korkunç bir ifade vardı. Dolaptan bir dosya çıkarıp içinden beyaz kağıdı çıkardı ve önüme koydu. Annemin önüme koyduğu kağıdın aksine kendimi oldukça huzurlu hissediyordum. Soru işaretlerimi doktora yönlendirdiğimde yüzü gerildi ve telaşla gözlerime baktı. 'Durumun kötüye gidiyor Hanuel. Bir an önce yatışını almalıyız.' Tebessüm edip kağıdı doktora geri uzattım. 'Gerek yok Bay Sam. Bunu istemiyorum. Sınava kadar dayanabilirsem yeter.' Ayağa kalktığımda beni durdurmaya çalışsada başaramadı. Cezamı ödemeliydim. Benim sonumda buydu; acı çekmek. Telefonuma gelen bildirim ile irkilip cebimden çıkardım ve gelen mesaja baktım.
''Elimde iki soda suyu ile ay ışığının en güzel göründüğü sokakta bekliyorum.~ P.Jimin"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEBELIG//Park Jimin
Altele'Sisli bir gökyüzünde gün ışığını aramak gibiydi onu sevmek. Umut değil acı vadederdi..