Hani kimseye ihtiyaç duymadığınızı düşündüğünüz zamanlarda ağlayacak bir omuza muhtaç bulursunuz kendinizi. Bence o an çaresizliğin gözle görülen kısmıdır.
"Ömer de orada mı?" diye mırıldandı Betül, sanki umurunda değilmiş gibi. "Hayır, biz Levent Bey'le geldik," dedim sakince, yanlış bir şey söylemek istemiyordum.
"Ya pekâlâ, kendine dikkat et." Vedalaşıp telefonu kapattığımda engel olamadığım bir tebessüm kondu dudaklarıma. Betül bence âşık olmuştu, yani bu milyon yılda bir oluşan elmaslar kadar değerliydi. Annesinden sonra her şeyden çok önem verip sevdiği kız kardeşini kaybetmişti, Hande benden üç yaş küçüktü ve kanser olduğunu öğrendiğimizde zorundan da zor günler bizi kucaklamıştı.
Öldüğünde ise bir süre uzman yardımı almak zorunda kalmıştı. Kendini işine, okuluna verirken artık kimseye değer vermeyeceğini; değer verdiğinde onların elinden alındığını söyleyip duruyordu. Şimdi ise kalbi o adama doğru koşarken mantıksız mantığı durmasını söylüyordu. Bana sorarsanız aşk kalbe düştüğünde mantık sahadan çıkmak zorunda kalır. Bu seçme şansınız olan bir şey değil. Bu, zamanı geldiğinde olması gereken bir şey. Derin bir nefes alıp şaşkınca kendime baktım, bazen boyumdan büyük laflar ediyordum. Boyum bir altmış beşti, laflarımı gözden geçirdiğimde onların bir seksen beş falan olduğuna karar verdim. Bence artık aşk üzerinde konuşmayı bırakmalıyım. Yani düşünmeyi...
Levent Bey yoktu, hava kararmıştı ve muhtemelen birkaç saat daha gelmeyecekti. Ne yaptığını merak ediyordum, tüm bu karmaşanın merkezindeydi ama bir anda ortadan kaybolmayı başarıyordu. Mutfağa geçip dolabı açtım, çeşit çeşit yemek vardı. Bunları kim yapıyor Allah aşkına? Makarna çıkarıp ısıttım, onca güzel yemeğin arasında makarna yemek... Ah, şimdi de öğrencilik yıllarımı özledim. Bir bu eksikti!
Telefonu tabağın dibine koymuştum, yemek yerken gözlerim ekrandaydı. Neden böyle bir saçmalık yaptığımı inanın bilmiyorum. Ne bir bildirim geldi ne de bir arama. Çok da umurumdaydı sanki. Soğuk bir duş bana kaybettiğim aklımı buldurabilirdi. Kıyafetlerimi alarak banyoya girdim ve kapıyı her ihtimale karşı kilitledim, pek güvende hissettiğim söylenemezdi sonuçta. Şofbenden akan su tenimden süzülerek yere iniyordu, parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim ve boğuluyormuşum gibi zorlu bir nefes aldım. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Ben her zamanki bendim ama farklı hissediyordum. Sanki ruhum ikiye ayrılmıştı, bir taraf her şeyi unutup mutlu olmaya meyilliydi -ki şu karmaşanın içinde bu aptallıktan başka bir şey olmazdı. Diğer tarafım gergindi ve hata yaptığımı düşünüyordu. Nerede hata yapmıştım? Tamam, hayatım hatalardan görünmez hâle gelmişti ama bir boşluk vardı. Kalbimin tam ortasında, diğer her şeyi geçip ruhumun benliğine yerleşen...
O bir rüyaya inanıp beni paramparça etmişti ve onun acısını çekmiştim, şimdiyse beni sıradan bir yere götürmüştü. Ben... Başka türlü parçalanmış gibi hissediyordum. Bu seferki yara gözle görülür değildi ve hiçbir doktor çaresini bulamazdı. En zoru da buydu işte. Amansız bir derde düşmek... Celladına âşık olan bir kurbanın çaresizliğiydi ama bu hissettiğim şey o kadar net değildi. Eğer ona âşık bir kurban olsaydım belki de her şey daha kolay olabilirdi. Bir hata yapmış olurdum ve bunun bedelini bir şekilde öderdim ama hissettiklerim aşktan farklıydı, eğer âşık olsam bunu bilirdim. Yüzlerce aşk romanı okumuştum, tüm yazarların hemfikir olduğu konu âşık olunduğunda kalbin onun için attığı düşüncesiydi.
Benim kalbim onun için atmıyordu, kalbimin varlığını hissetmiyordum ama orada bir yerde olduğunu biliyordum. Levent Köksal için atsaydı bunu bilirdim. Kararsız bir nefes süzüldü ciğerlerime, zihnimdeki karanlık dağıldı. Gergince kurulanıp üzerimi giyindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAH KAR (KITAP)
RomanceBir adam düşün simsiyah bir kalbi var. Nefretle harmanlanmış buz mavisi gözleri, keskin ve soğuk bakışları... İşte o Levent Köksal nefretin vücut bulmuş hali! Nefretini kusacağı kıza geri dönülemez bir şekilde aşık olacak ta ki onu öldürene dek... B...