BİRİKEN HATIRALAR

4.4K 126 21
                                    

... güncesinden;

Bir resim karesi canlanıyor dudaklarının tadıyla,
Boyanırken papatyalar mora...

6. BÖLÜM

Odama girmek üzere kapının kulpunu tutarken aklımda sadece bugün bitene kadar uyumak vardı ama buna engel olan beden arkamdan sımsıkı sararken beni hissettiğim sızı dudaklarımdan kaçan feryada engel olamamıştı. "Canını mı yaktım? İyi misin?" Atalay benden hızla uzaklaşırken, "Dalga mı geçiyorsun!" deyip öfkelendim. Sen canımdan çok daha fazlasını yakıp kül ettin Atalay bu ne ki... Ona doğru hızla dönerken bana yaklaşmaya çalıştığı anlarda buna engel oldum. "Benden uzak dur Atalay!" Beni dinlemedi ve kollarımdan tutarak bedenimi kapıya yasladığında daha fazla dayanamadım ve ona engel olmaktan vazgeçip kollarımı her iki yanımdan boşluğa bıraktım. "Özür dilerim, küçüğüm."

Adını koymakta zorlandığım bu şey kalbimin veryansını mıydı yoksa saniyelerdir bedenimde zonklamaya devam eden bu sızı mı? Ya da gün geçtikçe ruhumda filizlenen geçmişin kör kalmış yüzümü? Belki de tek yanlış, bu hissin bir adı bile olamamasıydı...

"Küçük?" Ağırlaşan göz kapaklarımı güçlükle açık tutmaya çalışırken bir diğer taraftan boğazıma takılan cümlelerin hâlelinde çırpınıp duruyordum. Soluğuma intihar süsü veren söylenmemiş her sözcüğün karşılığıydı bu ânın tatsızlığı... Gün içerisinde hiç durmayan gözyaşlarım yeniden nüfus ederken göz pınarlarıma mutlak bir acıyla doldu dört bir yanım. Dudaklarım ona karşı mühürlüydü. Benliğim şarap tadına ulaşmış gerçeklerin karşısında bir kez daha küçük düşürülsün istemiyordum. Ne daha fazlasını kaldırabilecek gücüm, ne de daha fazlasına katlanabilecek takâtim vardı. Yorgunluğun bahşettiği bu şeytani sızıların kapattığı kapılar en büyük darbeyi vurmuyor muydu zaten cehennem azabına. Bağrış, çağrış, haykırış... Her biri geçmişin yediremediği gerçeklere saplanıp kalmıyordu zaten?

"Levla! Duymuyor musun beni?" Bedenim Atalay'ın güçlü kollarıyla sarsılırken verdiğim tek tepki yeniden dudaklarımdan firar eden acı bir feryattı. Dayanamıyordum, onun karşısında acizleşen düşüncelerimi daha fazla duymaya katlanamıyordum. Onun varlığı beni bu kez öldürmeye ant içmiş olmalıydı. "Bir tepki ver Allah aşkına! İyi görünmüyorsun küçüğüm?" Öfke, nitekim insanın en kötü düşmanıydı. Bedenimi saniyeler içerisinde ele geçiren bu duygu damarlarımda durmaksızın aman kanı şaha kaldırıyordu. Atalay'a hissettiğim serzenişin sadece öfkeden ibaret olması ne alçakça bir duyguydu böyle? Susmuyordum, bir kadına susmak yakışmazdı çünkü...

Beni sarsan kollarını tek bir hamleyle benden uzaklaştırırken Atalay'ın şaşkın yüzüne bakındım. Ardımdaki kapıya yüklenen bedenimin ağırlığı artık ayaklarımın altındaydı. Ağzımdan dökülen her bir kelime Atalay'ın canını yaksın istiyordum. Dün gecenin hatıralarına karışsın ve asla silinmesin istiyordum. "Tatmin olamayan, doyumsuz bir kadını fazla ciddiye almıyor musun Atalay?" Sustu... Konuşmam için bana izin veriyordu, içimde büyüttüğüm bu kırgınlığı ona sunmama izin veriyordu. Aramızdaki mesafeyi kapatarak gözlerini çevreleyen siyahlıklara bakındım. Hiç uyumamış olmalıydı. Gözlerimi ondan kaçırdım çünkü ne yaparsa yapsın yeniden yaralanıyordum onun sızlayan her bir noktasıyla. İşte o an ateşe verdiğim hayal kırıklığımın üzerine bir kova suyu boşaltıp söndürmek istiyordum. "Sen dün gece yılların biriktirdiği hatıralara ihanet ettin!" deyip ellerimle yüzümü kapattım. "Levla'm," diye seslenirken bana durmadım, devam ettim. "Bir zamanlar sevdiğin kadını küçük düşürüp, beni..." derken ellerimi bileklerimden tutarak yüzümden çekti. "Sus artık küçük, sus!" Susmadım çünkü o da susmamıştı. "Ucuz bir kadın olmakla suçladın!" İşte o an onun adına kendim utandım. Tenimin her zerresinde söylenilenler zonklamaya başladı. Bileğimi tutmaya devam ederken, "Benimle geliyorsun." deyip ardında sürüklemeye başladı bedenimi. Bir anlık boşluğuma denk gelen bu davranışı öfkeli olan bedenimi zorlayacak bir güçle sarsmıştı. "Seninle gelmek istediğimi de nereden çıkartıyorsun?" diye sitem ederken, uzun koridorda onun ardından ilerlemeye devam etmek zorunda kalmıştım. Bir anlığına duraksayıp bana baktı. "Hiçbir şeyden." deyip beni peşinden sürüklemeye devam etti. Bu sürükleyiş onun odasının önüne geldiğimizde son buldu. Bileğimi hâlâ bırakmayan eli sıkılaşırken ona bakındım. Beni buraya getirmesinin bir anlamı olmalıydı çünkü gerginliği su götürmez bir gerçekti. "Benimle içeriye girmeni istiyorum." Hayır anlamında başımı sallayıp bir adım mesafe koydum aramıza. İçeriye girmek istediğim kadar girmekte istemiyordum bi yerde. Kararsızlığım onda anlamakta zorlandığım hareketleriyle birleşince çıkmaza savruluyordu. "Pişman olmayacağına ilk kez bu kadar eminim Levla, lütfen benimle gel." deyip bileğimdeki elini bıraktı. Havada kalan elim bedenime çarparken onu başımla onayladım. Ne yaparsa yapsın ne söylerse söylesin hep bir yanım ona inanmaya ve güvenmeye alışmıştı. Bunu değiştirmeye ise mecalim kayıtsızdı...

Kapıyı yavaşça açarken beni neyin beklediğini düşündüm bir an ama nedense hiçbir çıkar yol bulamadım. Bunun için daha fazla kendimi yormadım ve her şeyi saniyeler sonrasına emanet ettim. Bu kapıdan girdiğim ilk günü ve Atalay'ın yıllar sonra gördüğü bana verdiği tepkiyi hatırladım. Çok değil sadece birkaç gün öncesini... Bu kapıyı açarken böyle bir başlangıç yapacağımızı kim bilebilirdi ki?

Kapı ardına kadar açıldığında tereddüt etmeden içeriye adım attım. Atalay da içeriye girip kapıyı ardımızdan kapatıp, kilitlemişti. Ayak ucumda içi boş olan bir kutu karşılamıştı beni. Biraz daha ilerledim odanın içerisinde ve işte o an gördüklerimle gözlerime inanamadım. Geçmiş, nefesimi kesmişti... Yatağın üzerine serpiştirilmiş ânılar bedenimi güçsüzleştirmiş, ayakta durmamı zorlaştırmıştı. Ne ardımdaki Atalay'a bakıp bir şey diyebiliyordum ne de önüme serilmiş geçmişime adım atabiliyordum. "Sana yenik düştüm, küçüğüm." Atalay yanıma geldi ve elimi tuttu. Saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırırken tepkisizliğim çığ gibi yükseliyordu. Sarsılan hayallerim engebeli yollarda yalın ayak yürümemi zorlaştırıyordu. "Dün gecenin affı yok biliyorum," deyip kahküllerimin üzerine bir öpücük kondururken ona karşı gelemedim. "Ama yediremiyorum kendime Levla, sensiz geçen günleri geçemiyorum." Atalay elimi tutmasaydı şayet şu an düşebilirdim biriken hatıraların üzerine. "Olduğum yerde sayıklayıp duruyorum." Dudaklarımı araladım. "İşte şu an ölebilirim." deyip kendimde bulduğum son güçle ona sımsıkı sarıldım. "Levla..." Bana karşılık verirken saçlarına dokundum. "Beni geçmişimize götür Atalay," dediğimde tek başıma gidersem gerçekten ölebilirim diyemediğimden ondan ayrılarak gözyaşlarımla gülümsemeye çalıştım. "Yol ayrımında nefesim kesilebilir." deyip bu kez elini tutan ben oldum. Yavaş adımlarımızla yatağa ulaştığımızda Atalay eşyaların arasından bana yer açarak yatağın üzerine oturmamı sağladı. Bense yokuş aşağı düştüğümü sandım çünkü bu beklediğim bir şey değildi. Bize ait bir sürü fotoğraf vardı, birinde gülümsüyor, bir diğerinde aşkla bakıyorduk birbirimize... Çiçekler vardı, koparılmış çiçek sevmediğimi bildiğinden renkli kağıtlardan yaptığımız çiçekler karşılıyordu bizi. Ona yazmayı sevdiğim mektuplar karışmıştı fotoğraflarımızın arasına. Sonra çocukluğum çarptı gözüme, çocukluğum vardı önümde... Kaybettiğim onca şey diz çöküyordu şimdi kursağımda. "Neden gittin bizden küçük?" Ölme ihtimalimin olduğu bir savaşa yanımda seni de götüremezdim diyemedim. Hiçbir şey söyleyemedim. "Hissedebiliyorum küçük, görebiliyorum gözlerinde bitmeyen o aşkı ama birleştirip bir bütün oluşturamıyorum." Elime aldığım fotoğrafımıza bakındım. Gideceğim günü müjdeleyen solgunluğum, hayal kırıklıklarım, hayatımı tepetaklak eden hastalığım... "Levla bana gerçekleri anlat, bizden gidişinin nedeni dökülsün artık o dudaklarından."

BUZ KESİĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin