KALP ATIŞLARIN İPLİĞİ

12.3K 160 13
                                    

... güncesinden;

"Bir kız çocuğu doğdu yıllar önce,

Parmak iziyle ölümün eskizlerini renklendirirken.

Yıllar, göğüs kafesini ilmek ilmek işlerken;

Bi haberdi kaderin en şaşalı cilvesinden..."

1. BÖLÜM

Kapıyı bir kaç kez tıklatıp yavaşça aralarken kendimi hiç olmadığım kadar rahatsız, hiç olmadığım kadar da farklı hissediyordum. Bu farklılık, yılların baş kaldırdığı sorulara cevap veremeyen bir yanımın çaresizliğinden kaynaklanıyordu. Hazmedilemeyen o kadar çok şey birikmişti ki yolun sonuna geldiğimi hissedebiliyordum.

Oysa ki yeniden burada, başlangıcın en yanıltıcı durağındaydım. Yüreğim yorgun, düşüncelerim yoğundu. Zihnim, zayıf ve mantıksız çığlıklarla ağırlaşmaya başlamışken damağımda titreşen bu hezeyanın izleri geleceğe emanet ettiğim yıllarımı tatsızlaştırıyordu. Coşarak taşıyordu içimdeki bu pervasız haykırış; çığlık çığlığa, canhıraş bir edâyla...

Kapıyı yeteri kadar araladığımdan emin olduğum vakit uyuşan parmak uçlarımı müthiş bir ağrının kol gezdiği şakaklarıma bastırdım. Riyakâr bir paradoksal yavaş yavaş ağırlaşıyordu. Tırnaklarımın izini, yayılan sızıyla an be an tenime kazırken güçlükle soluduğum nefes göğüs kafesimi dalgalandırıyordu.

"Levla," ilâhî bir güce aç kalmış serzenişlerim onun iki dudağının arasından sızan ismimle âdeta tepetaklak olmuştu her şey... Zaman durmuş, akrep ve yelkovan dans etmeyi bırakmıştı. Öfkem, inancım, geçmişim ve geleceğim gücünü yoksunlaştırmış bir yaprak misalî titremeye yüz tutmuşken ellerim boşluğa düşmüştü.

Koyu kahvelerimin talan ettiği o güzel yüzündeki şaşkınlığın izleri binlerce adım geriletmişti beni. "Yıllanmış küçüğüm," duraksamıştı. Belli ki bu karşılaşma planlarının dışındaydı. Tıpkı benim planlarımın da dışında olduğu gibi. "Büyümüşsün."

Sahi, kaç yıl olmuştu? İki mi, üç mü? Daha fazlası mı? Onca yıl, büyütmüş müydü bu küçük kirli dünya küçük bir kız çocuğunu?

"Fazlasıyla."

Bir saniye olsun gözlerimi ondan ayıramadığım gerçeğiyle başa çıkmaya çalışırken neler olacağını merak etmiyor değildim. O terk edildiğine inandırılmış bir adam, bense olması gerektiği gibi davranan bir ehveniser.

Yapay bir gülümsemeyle kıvrılan dudakları umursamazlığın en korkunç şekliyle çağlıyordu. Her şeyimle karşısındaydım ama o beni uzun zamandır olduğu gibi görmüyor, varlığımı hissetmiyordu. Onun gördüğü tek şey ifadesizliğin aşıladığı bir yabancı, hissettiği tek şey ise kocaman bir boşluğun çırpınışıydı.

Başımdaki ağrı şiddetini giderek arttırırken başımı önüme eğdim ve kısa saçlarımın yüzümün yorgunluğunu bir kaç saniyeliğine de olsa örtmesine olanak sağladım.

"Affedersiniz, geçebilir miyim?"

Kime ait olduğunu kestiremediğim bu ince sesin sahibine hızla dönerken olduğum yerden birkaç adım gerilemek zorunda kalmıştım. Otuzlu yaşlarına henüz basmadığını tahmin ettiğim bu kadın, halamın bir çalışanıydı. Odaya girmesi için ona izin verirken topuklu ayakkabılarının senfonisiyle ilerledi Atalay'ın yanına... 

BUZ KESİĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin