11. BÖLÜM

116 4 1
                                    


Herkese merhabalar!

Az önce tamamlamış olduğum ve finallerin arasına sıkıştırılmış bir bölüm ile karşınızdayım. Umarım beğendiğiniz ve keyifle okuduğunuz bir bölüm olur.

Sizi seviyorum!

Ruhum bir duvarın önünde durmuş, bütün çığlıklarını içinde tutmaya çalışıyordu.

Yaşam ile kaybetmenin arasındaki o ince çizgiden düşüyordum ama kimse düştüğümü görmüyordu. Ruhumun dolu olduğu kabın delik olduğunu, altından damla damla aktığını ve zamanla tükendiğimi bilmenin verdiği acı bedenimi kavurmuştu. Vücudumu oluşturan katmanların zamanla eridiğini hissediyordum. Üst üste serili olan derim incelmişti.

Siyah ve beyaz birbirine girmişti, ayırt edemiyordum. Etrafı alaca bir gri ele geçirmişti.

Gri.

Ruhu kaybolanların, Araf'ta kalmışların rengi...

Gri. Yok oluşumu simgeleyen, içinde büyük bir sonu barındıran sonsuzluk.

Belki de bir renge bu kadar anlam yüklemek hepinize saçma gelecek. Fakat tutunabileceğim tek bir şey var.

Soyut.

Soyut kavram, benim aynam, ipim, bıçağım, silahım. Dönüp baktığımda kendimi gördüğüm hiçbir şey yok.

Yoktu.

Arabanın arkasında bıraktığı duman bulutuna ve ize bakarken kendimi görüyordum. Onlarda griydi. Fakat sebebi bu değildi.

Neden Dünya'da ruhumun bir gölgesi var gibi hissediyorum? Duvarlarıma sürülü olan boyaların akması doğru mu?

Orada, öylece, kıpırdaman; kaç dakikayı saniyelerin üstüne devirdim hatırlamıyorum. Ama bacaklarım soğuktan ve yorgunluktan uyuşmaya başlayınca daldığım yerden gözlerimi uzaklaştırdım. Apartmanın kapısını ittirip içeri girerken kafamda bu iki günü nasıl geçireceğimi planlıyordum. Pazartesi günü dönecekti. Okul olsaydı bir şekilde vakti akıtabilirdim ama hafta sonu zaman geçmek bilmezdi.

Asansör evimin olduğu kata gelince ağır ağır indim ve kapının önüne geldim. Zile ne kadar bassam da açan olmamıştı. Sanırım annemler hâlâ gelmemişti. Cebimden anahtarımı çıkardım ve kapıyı açıp içeri girdim. Gözlerim etrafta sakince dolaşırken bir yandan da ayakkabımı çıkardım. Hiç dokunmadan olduğu yerde bırakıp anahtarı da portmantonun rafına koydum ve salona geçtim. Montumu ve telefonumu gelişi güzel koltuğun üstüne salladıktan sonra camın önündeki tekli berjere yerleştim. Dizlerimi kendime çekip bir yumak oldum, kafamı da dizlerime yaslayıp dışarıyı izlemeye başladım.

Hava biraz kapalıydı ama çok da soğuk değildi. Kasıma yaklaşıyorduk. Bu sebeple havalar dengesizleşmişti. Bir sıcak, bir soğuktu. Dengesini tutturamıyordu. Aslında soğuk havaları, sıcak havalardan daha çok severim. Kışın okula yürüyerek giderim genelde, hatta yolumu uzatmayı çok severim. Yalnız başıma kahve içip bir yerlerde oturmayı, kendimle düşünce alış-verişi yapmayı.

Koltukta dakikaları devirip kendi kendimi sakinleştirirken bir yandan da Bedir'in nerede olduğunu düşünüyordum. Yola çıkalı yaklaşık bir buçuk, iki saate yakın olmuştu. İstanbul çıkışına yaklaşmış olmalıydı. Ben kendi kendime hesaplamalar yaparken kapı kilidinin yuvasına anahtarın girdiğini duydum. Muhtemelen annemler kahvaltıdan dönmüştü. Kapı açıldı ve yumuşak bir şekilde kapatıldı.

NAÇARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin