#20

1.5K 206 37
                                    


ライト

ışık



Ben bir parktaki yalnız kuşum.Ama aslında kalabalığım. Kalbime tıka basa doldurduğum kişiler yeter bana. Başka birisini daha alamam.

Ben gökyüzüyüm, onlarsa benim yıldızlarım. Herkes bana bakmak bahanesiyle onları izliyor aslında. Ama şikayetçi değilim. Çünkü parlıyorlar. Çünkü seviliyorlar. Gökyüzü olsam bile yalnız değilim bak. Yıldızlardan oluşan bir ailem var.

Şafak vakti onları uğurluyorum başkalarının ruhunda parlamaları için. Benden çok uzakta birisi ağlamaktan şişmiş gözleriyle gökyüzüne bakacak. Islak kirpikleri acı verecek ama umursamayacak. Çaresiz ruhunun avutulmasını isteyecek ama yalnız işte o, sarılamaz ki birisine. İşte tam da o anda yıldızlarımı fark edecek. Benim onun için gönderdiğim yıldızlarımı.

Öyle bir parlayacaklar ki, bir insanın hayatını kurtaracaklar. Sonra uçuruma yuvarlanan o kişi gülümseyecek. Ve palavra damgası altında yatan 'sonsuz mutluluk' kapısını çalacak. Ne kadar hazır olmasada.

Hayatımızda onun gibi yıldızlarımız olacak. Bazen kayan yıldızlar görüp dilek tutacağız. Bazense o yıldızları görme fırsatımız bile olmayacak.

Ama o yıldızlar hep gökyüzünde parlayacak.

BTS'e notlar..


"Korkuyorum, ama yinede merak ediyorum. Mezarımızın üzerinde yağmurdan sonra çiçekler açar mı diye?" dudaklarımdan havaya karışan sözcükler piyanodaki parmaklarıma ilişerek bir melodini yaşıyordu.

Hüzünlü bir melodiydi bu. Ağlamak gerekti. Oysa ben gülümseyebilecek kadar kırıktım.

Şarkının sözlerini boş verip piyanonu çalmaya başlayınca annemin evine kaçamak bakışlar attım. Sabah erkenden buraya gelmiştim. Her gün cehenneme sürüklenen hayatımda bir cennete sarılmalıydım. Etrafta gezinen bakışlarım aniden yanımdaki duvara yaslanmış adama kaydı. Kollarını göğüsünde birleştirmiş bana bakıyordu. Yeşil saçları vardı.

Rengi yosunun rengiydi.

Rengi denizin derinliklerinin rengiydi.

"Yana kay," piyanonu çalmayı bıraktığımda kulağıma ilişen sözcüklerle kaşlarımı çattım. Yanıma oturarak beyaz kemikli parmaklarını piyanoda gezindirdi.

"Çok uzaklarda,
Eğer bir hayalim var diyorsan, uçabilen bir hayal,
Fazla uzaklaşma.
eğer bir hayalim var diyorsan,uçabilen bir hayal." diye şarkı mırıldanarak piyanodaki parmaklarını dans ettirmeye başladı. Etkinlemiş bir zihinle şarkısını dinledim sonuna kadar.

Sesi paramparçaydı. Bir ihtimal, duygularının yansıması mıydı ?

Şarkısını bitirdiğinde bakışlarını bana çevirdi. "Çok iyiydin." diye mırıldandım etki altında kalmış sesimle. "Teşekkür ederim ama ben senin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sesin kulaklarımı kanattı resmen." diyerek ukala tavrını serdi önüme. Yüzüme imza atmış sırıtış eşliğinde onun gibi ukalaca konuştum. "Sende benim gibi yalan söyle o zaman."

Gülmekle sinirlenmek arasında kaldı bir süre. Piyanonun kapağını kapatarak ayağa kalktığımda Bayan Lee'yi gördüm karşımda. "Tanıştınız mı?" diye sordu gülerek.

"Hayır," dedim kısaca ve Bayan Lee'yi geçerek annemin yanına doğru yürüdüm. Delici bakışlarını sırtımda hissetmiştim ama bunu takmayacaktım. Önemseyeceğim kadar önemli değildi.

Annemle biraz vakit geçirdirdikten sonra pizza siparişi vermiştim ve kapı çaldığında siparişi almak üzeri kapını açtım. "Teşekkür ederi- Jimin?" diyerek sorguladım karşımdaki adamı.

"Oh, Turuncu? Senin burda ne işin var?" dedi şaşkınlıkla.

"Burası annemin evimde senin burada ne işin var?" dedim aynı şaşkınlıkla.

"Para kazanıyorum." diyerek gülümsedi elindeki pizzayı gösterip.

Elindeki pizzayı alarak parasını ödedim. "Bekle," dedim sakin sesimle. İçeri geçip koltukta oturarak telefon kurcalayan adama seslendim. "Yeşil kafa!" Ukala adam bana bakarak gözlerini devirdi. "Adın ne senin?" diye ilave ettim.

"Yoongi," mırıldandı umursamaz sesiyle. Pizzayı onun kucağına bırakarak ifadesizce konuştum. "Bunu tıkın ve annemlere de ver. Eğer beni soran olursa evine gitti dersin." diyerek evden çıktım.


Ağaçların orada sırtını duvara yaslamış bekliyordu. Küçük parmakları soğukla mücadele ediyor pembe saçlarını arkaya savurmakla meşguldü. Derin nefes alarak onun yanına ilerledim.

Beni görünce yaslandığı duvardan sırtını çekerek gülümsedi. Neden hâlâ gülümsüyordun Jimin? Seni paramparça etmemiş miydim ben? Küçük ellerini birleştirerek sıcak nefesiyle avuçlarına üfledi. Nefesinin bir huzuru ısıtabileceğini sanıyordu küçük prens.

Kafamı iki yana sallayıp ellerimdeki eldivenleri çıkardım. Hiçbir şey demeden bileğini kavrayıp küçük parmaklarını sıcak tutması için onlara giydirdim. "Üşüyeceksin. Hangi aptal eldivensiz bu havada dışarı çıkar ki?" diyerek diğer elinede eldiven giydirdim.

Sadece bakıyordu, bir daha bakamayacakmış gibi.

"Peki sen eldivensiz mi kalacaksın? Aptal olmayı bu kadar çok istediğini bilmiyordum doğrusu." dedi. Bakışlarımı ellerinden yüzüne çevirdiğimizde göz göze geldik.

Gözlerin o kadar çok şey anlatıyorduki az daha sessizliğine aldanacaktım Jimin.

Aniden bir elindeki eldiveni sıyırarak çıkardı ve bana giydirdi. Kaşlarımı çatıp onu izlerken eldivensiz kalmış eliyle çıplak elimi tutarak kendi cebine koydu. "Böyle daha güzel." dedi gülerek.

Kendime engel olamayıp gülümsedim. Bunu fark ettiğinde cebimdeki elimi daha sıkı tutarak yürümeğe başladı. Sessizce onu izledim. Yaptığım tüm günahları 'şimdilik' unutup.

"Burası karanlık, ışık olan bir yere götüreceğim seni güzelim. Belki orası bile parlak değildir ama yinede gözlerini görmeme yetecek kadar ay ışığı olacak."

Birlikte bir karanlıktan aydınlığa çıkacaktık güya. O aydınlığa her çıkmak istediğinde biraz daha batacak. Çünkü karanlıktan çıkarmak istediği şey karanlığın kendisiydi.




"Y"

Oylarınız ve yorumlarınız için bolca teşekkürler.

Eğer bölümü sevdiyseniz sol alt köşedeki Jimin kadar parlak olmasada turuncu yıldıza bal parmağınızı basınız.

Donddlö beyin error ben de ama siz yinede oy vermeyi unutmayın. Yoksa ölü kız İzabel'in ruhu olarak rüyalarınıza dadanırım.

Ciddiyim.

possibility; if you love me, jiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin