26

250 23 0
                                    

''İşe bakın,'' dedi kısa boylu, sarışın kız. ''Buraya bizi ziyarete pek kimse gelmez.
'' Yüzünün solukluğu ve gözlerindeki parıltı hariç, okuldaki yüzlerce kızdan bir farkı yoktu.
Pembe giymişti. Bir vampirin pembe giymesi yanlış geliyordu insana.
''Yanlış bir yola mı saptın, tatlım?'' Adam daha uzundu, çok tuhaf görünüyordu, fazlasıyla 
ölüydü. Bunun teni yüzünden olduğunu farketti Kyungsoo ; zenciydi çünkü.Vampir olmak onu zayıflatmamış, kül rengine döndürmüştü. İnsan olsa Kyungsoo onun yaşlı olduğunu düşünürdü -en azından profesör olabilecek kadar.

Ayrılıp iki farklı yönden ona doğru yürümeye başladılar.
''Kimsin bakayım sen?'' diye mırıldandı pembe kız.Kyungsoo kaçması gerektiğini düşünene 
kadar, kız onun sol elini tutup çıplak bileğine baktı.Ardından sağ bileğini de kontrol etti. 
''Ah, sen gerçekten kaybolmuşsun hayatım. John, ne yapalım sence?''
John elini dostça Kyungsoo'nun omzuna koydu.Sırtına dayalı duran sıvı nitrojen şişesinden 
daha soğuktu eli. ''Oturup birlikte birer fincan kahve içebiliriz.Sana burada ne yaptığımızı 
anlatırız.Öğrenmek istediğin buydu, değil mi? Senin gibi çocuklar o kadar meraklı oluyor ki...''
Adam onu yürümeye zorladı.Kyungsoo kaçmaya çalışsa canının çok yanacağını biliyordu.
Büyük olasılıkla bir yerleri kırılırdı.
Pembe kız bileğini hala bırakmamıştı.Soğuk parmaklarıyla Kyungsoo'nun nabzına bakıyordu.

Buradan kurtulmalıyım.Hemen.

''Burada ne yaptığınızı biliyorum,'' dedi. ''Kitabı arıyorsunuz.Ama vampirler okuyamaz 
sanıyordum.''
John durup pembe kıza baktı. ''Angela?''
''Okuyamayız,'' dedi kız. ''Biz burada gözlemciyiz yalnızca.Senin yaşındaki bir çocuğa göre 
ne kadar bilgilisin.On sekizden küçüksün değil mi? Birilerinin koruması altında olman 
gerekmiyor mu senin? Ailenin mesela.''
Endişesi içten gibiydi.Tuhaftı bu. ''Ben öğrenciyim,'' dedi Kyungsoo. ''Özel kontenjan.''
''Ah,'' dedi Angela, adeta üzülerek. ''İyi öyleyse. Demekki tek başınasın.Yazık.''
''Beni öldüreceğiniz için mi?'' Kyungsoo bunu rüyadaymış gibi söylediğini farketti ve
Baekhyun'un söylediklerini hatırladı. Gözlerine bakma. Çok geçti. Angela açık bir turkuvaz 
rengine bürünmüştü.Kyungsoo üzerine uyku çöktüğünü hissediyordu.
''Büyük olasılıkla,'' dedi Angela. ''ama çnce biraz çay içmelisin.''
''Kahve.'' dedi John. ''Kafeini hala seviyorum.''
''Tadını bozuyor!''
''Enerji veriyor.'' John dudaklarını yaladı.
''Neden kutulara ben bakmıyorum?'' diye sordu Kyungsoo, kendine gelmeye çalışarak.
Vampirler onu hepside X'lerle ve büyük harflerle işaretlenmiş kutuların arasından yürütüyordu.
''O işi insanlara yaptırmak zorundasınız, değil mi? Sonuçta siz okuyamıyorsunuz.''
''Sen okuyabileceğini nerden çıkarıyorsun ufaklık?'' diye sordu Angela. 
''Aynı zamanda dil uzmanı mısın?''
''H-hayır, ama aradığınız sembolü biliyorum.Görürsem tanırım.''
Angela tırnaklarını hafifçe Kyungsoo'nun kolunda gezdirdi. Düşünceliydi.
''Hayır bende dövmesi yok.Ama gördüm.'' Tepeden tırnağa zangır zangır titriyordu ama 
beyni son hızla kaçış yolu arıyordu. ''Ben tanıyabilirim.Siz tanıyamazsınız ki.Çizemezsiniz bile.''
Angela'nın tırnağı uyarı gibi hafifçe etine battı. ''Akıllılık etme çocuk.Bizimle alay etmeye 
kalkma.''
''Alay etmiyorum.Siz onu göremiyorsunuz, o yüzden bulamadınız. Sadece okuyamıyor 
değilsiniz, değil mi?''
Angela'yla John sessizce bakıştılar.Kyungsoo zorlukla yutkundu, ısırılmadan kalmasını sağlamak 
için başka ne söyleyebileceğini düşünüyordu.Dışarı çıkıp kendini öldürttüğü için Kai'nin ona ne
kadar kızacağı geldi aklına.Üstelik kampüste.Hem de güpegündüz.

Bir köşeyi dönünce karşılarına merdivenlere çıkmayan bir kapı, AŞAĞI düğmesi olan bir 
asansör, bir okul sırası, bir sandalye ve...
''Profesör Choi?'' dedi Kyungsoo. Gözlüklü adam gözlerini kırpıştırarak başını kaldırdı.
Kyungsoo'nun Klasik İngiliz edebiyatı dersini veren profesördü bu ve sıkıcı olmasına rağmen
konusuna hakim görünürdü.Her haliyle solgun biriydi; gri saçları, çökük, gri gözleri vardı ve 
onu daha da solgun gösterecek şeyler giyerdi hep. Bugün üstünde beyaz gömlek ve gri ceket 
vardı.
''Ah, sen...'' bir kaç kez parmaklarını şaklattı. ''Benim Shakespeare'e giriş dersime...''
''Klasik İngiliz edebiyatı.''
''Evet, doğru.Öğrenciler şaşırıp bir daha alsın diye habire dersin adını değiştiriyorlar.
Adın Neuberg, değil mi? Bana yardım etmek için gönderilmiş olamazsın, değil mi?
''Ben..'' yanlış anlamaları düzeltmek için iyi bir fırsat olmayabilirdi bu. 
''Evet.Aynen öyle.Beni... Bayan Samson yolladı.'' Bayan Samson ingilizce bölümünün korkulan
kadınıydı, bunu bilmeyen yoktu.Kimse onu sorgulamazdı. ''Sizi arıyordum.''
''Kapı açık mıydı yani?'' diye sordu John, ona bakarak. Kyungsoo gözlerini profesör Choi'den
ayırmıyordu.
''Evet,'' dedi. ''Açıktı.'' Metal kutunun iyi bir tarafı varsa, oda gerçektende bir öğrencinin 
yanında taşıyabileceği bir şeye benziyor olmasıydı.Kilit bozan bir şeye hiç benzemiyordu.
Şimdiye kadar sıvı nitrojen buharlaşıp yok olmuş olmalıydı, ortada hiçbir kanıt yoktu.
En azından Kyungsoo öyle umuyordu.
''İyi öyleyse,'' dedi Choi, kaşlarını çatarak. ''Oturup bir an önce işe koyulalım Neuberg.
Yapacak çok şey var.Ne arayacağını biliyor musun?''
''Evet efendim.'' John, Kyungsoo'nun omzunu bıraktı.Bir an tereddüt ettikten sonra 
Angela'da aynı şeyi yapınca Kyungsoo sıraya gidip bir sandalye çekti ve sırt çantasıyla metal 
kutuyu dikkatlice yere koydu.
''Kahve?'' dedi John umutla.
''Hayır, teşekkürler.'' dedi Kyungsoo kibarca, ilk kutuyu önüne çekerek.

MORGANVILLEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin