Bir Gülsen Yeter

8.4K 286 68
                                    

Merdivendeki patırtıyı duyunca mutfaktan çıktı Azize. Koridorun başında durup dış kapıya doğru bir bakış attı. Hilal elindeki dosyayı bir köşeye bırakıp feracesini giyiyordu. Eşarbını bağlamaya geçtiğinde, Azize kollarına bakındı ve aradığını göremeyince ona doğru gitti. Ürkütmemek için, yavaşça omzuna dokundu. Hilal yine de irkilmiş gibi ona döndü.

Azize kızının koluna vurup nerede der gibi elini salladı. Hilal yüzünü asarak elini cebine attı ve oradaki kırmızı kurdeleyi annesine uzattı. Kızının koluna kurdeleyi bağlarken hâlâ çatıktı kaşları Azize'nin. Bağladıktan sonra da güzelce düzeltti.

Eskiden, yaşı küçük olduğundan olsa gerek, bu kurdeleyi pek sorun etmezdi Hilal. Hatta ona bir oyun gibi gelirdi. Ama artık büyümüştü, genç bir kız olmuştu. Damgalı gibi o kurdeleyi koluna bağlamak istemiyordu. Yahut eksik, kusurlu gibi... Gerçi herkesin gözünde öyle değil miydi? Kusurluydu, eksikti. Sağırdı, dilsizdi.

''Dikkatli ol!'' dedi Azize, parmaklarını kullanarak. Ailede parmak usulünü en iyi bilen oydu. Hasibe Hanım torununu anlamak için işaretlere gerek olmadığını söylerdi. Onun bir bakışından anlardı anlatmak istediğini ve anladığı ona yeterdi. Yıldız'ın bildikleri ise sürekli görmekten aklında kalanlardı.

Hilal dosyasını eline aldı ve annesine el sallayıp dışarı çıktı. Kucağındaki çizim dosyasını göğsüne bastırıp çok da aceleci olmadan yürümeye başladı. Biraz gittikten sonra kolundaki kurdele çarptı gözüne. Sanki bütün gözlerin üzerinde olduğunu hissetti, duraksayıp etrafa bakındı. Göz göze geldikleri oldu ve o gözlerde aşina olduğu bakışları gördü. Gülümsemeyle birlikte şefkat... Kendilerini göstermeye mecbur saydıkları bir merhamet... Hemen önüne döndü.

Bu kurdele onun koruyucusuydu. Dirseğiyle omzu arasındaki bu işaret herkese duyamadığını, konuşamadığını anlatıyordu. Böylelikle bir tehlike anında hemen yardıma koşuyorlardı. Faytonlar, at arabaları yavaşlıyordu. Önceleri bu sevgi ve şefkat gösterileri hoşuna giderdi. Ama şimdi en rahatsızlık duyduğu şey olmuştu. Başı önünde, dikkatle yürümeye devam etti.

Kalabalıktan çıktı, nispeten daha tenha bir yerdeydi. Burası çizim yapmayı en çok sevdiği yerdi. Kordon'un sonunda, dükkânların bittiği yerde küçük bir oturma alanı vardı. Birkaç sıralı bank... Ama banklar yerine biraz arkaya, çimene otururdu. Yine her zamanki yerine geçti ve elindeki dosyayı açıp boş bir kâğıt çıkardı. En yakın dostu ucunu bıçakla sivrilediği kalemiydi ve cebindeydi. Oraya uzanırken kolundaki kurdele gözüne çarptı tekrar. Otururken bunu takmasına gerek yoktu ya, birazcık sinirli bir hareketle kolundan çözdü ve cebine tıkmaya çalıştı.

Kalemi eline alıp denize döndü yüzünü. Bugün ne çizeceğine karar vermemişti, bir ilham bekledi. O ilham, birkaç dakika sonra uzağındaki banka oturdu. Gözleri etrafta dolaşırken bulmuştu onu, önce yakalanma korkusuyla başka tarafa dönmüştü. Ama sonra, orada oturan adamın etrafında olup biteni pek umursamadığını, dikkat etmediğini fark etti. Gözleri denizdeyken elindeki şapkayı evirip çeviriyordu.

Bir ayağı bankın altına doğru kırılmış, diğeri ileri uzatılmış... İyice arkaya yaslanmış ve biraz da bankın ucuna kaymıştı. Siyah uzun bir palto vardı üzerinde. Tarifi zor bir durgunluk vardı yüzünde. Şapkayı çıkardıktan sonra düzeltmediği için saçları biraz dağınıktı. Bir vakit sonra Hilal, bu gözlemlerini kâğıda aktarmaya başladığını fark etti. Sanki ona yardımcı olmak ister gibi hiç kıpırdamıyordu. Arada derin bir iç çekiyor, göğsü inip kalkıyordu, o kadar.

Başını çekingen bir tavırla ona çeviriyordu. Yakalanmaktan korkar gibi... İhtiyacı olanı gördükten sonra önüne dönüp çizmeye devam ediyordu. Bir vakit sonra, ayaklarının dibine yaklaşan bir gölge gördü. Başını kaldırırken göz ucuyla da banka baktı, boştu. Ellerini önündeki kâğıda kapatırken başını iyice kaldırdı. Geç kalmıştı, karşısındaki adam göreceğini görmüştü.

BedbahtlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin