Yakamozsun Sen

5.3K 186 54
                                    

Hastanın başucundaki iki hemşireden biri tamamıyla kendini işine vermişti. Yaralı askerin ayağındaki pansumanı değiştirirken şimdi aklının çok başka yerlerde olduğunu bilmediği arkadaşı da ona yardımcı oluyordu. Gözlerini ilaçladığı yaradan almadan elini yan tarafına doğru uzattı.

''Hilal, sargı bezi ver.''

Eli havada bir süre bekledi. Canı yanan asker ayağını kıpırdatmadan bekliyor, sanki o da bir an önce bu iş bitsin istiyordu. Melek elini aceleyle sallayıp ricasını tekrarladı. Yine bir tepki gelmeyince başını arkasına doğru çevirdi. O tarafta olan Hilal malzeme kabının kenarıyla oynarken dalgın gözlerle pencereden dışarı bakıyordu.

''Hilal!''

Hilal irkilerek döndü. ''Hm?'' Gözlerindeki dalgınlık silinirken nerede olduğunu hatırlar gibi oldu. Telaşla malzeme kabını karıştırdı. Ne istediğini duymamıştı ama bir şey istediğini tahmin etmişti.

''Sargı bezi.'' dedi Melek, telaşına son vermek için. Hilal sargı bezini ona uzattı. Melek çok kısa bir süre arkadaşının yüzüne baktıktan sonra işine devam etti. Biraz sonra odadan peş peşe çıktılar. Hilal elindeki malzeme kabını sıkı sıkı tutup önüne bakınarak Melek'in ardından yürüdü. Dalgınlığın yanında bir de bu hal vardı, sessizlik. Ona dönüp elindeki kabı aldı Melek, danışma masalarından birinin kenarına bıraktı. Sonra da koluna girdi, sürükler gibi götürmeye başladı.

''Melek, ne oluyor? Nereye gidiyoruz?''

''Biraz hava alalım.''

''Bir sürü iş var.''

Melek koridorun orta yerinde durup yüzüne baktı. ''Evet, bir sürü iş var. Ama senin bedenin burada, ruhun yok. Aklın başka yerlerde. Yardımdan ziyade işi yavaşlatıyorsun.''

''Ben... Bir anlık... Öyle dalıp gittim.''

''Anlat bana neye dalıp gittiğini, kafanın içindekileri bir boşalt, rahatla.'' Tekrar yürümeye başladı. ''Sonra döneriz işimize.'' Hastanenin kapısından çıktılar.

Hilal ona direnemeyecek durumdaydı. Dün geceden beri, belki de hayatında ilk kez kendini bu kadar güçsüz ve ne yapacağını bilmez halde hissediyordu. Anlatmak ne de güzel olurdu aslında. Hiç bu kadar bir sırdaşa ihtiyaç duymamıştı. Onu dinleyecek, daha önemlisi anlayacak birine... Ama anlatabilir miydi? Melek onu anlar mıydı? Sürüklediği tarafa doğru uslu bir çocuk gibi bir adım gerisinden onu takip etti. Bu hallerini hastanenin avlusuna giren, şimdi aklını meşgul eden adam da görmüştü ki, o kişi Leon'du. Peşlerinden hastanenin arkasına doğru geldiğini fark etmediler.

Köşeyi dönünce gördüğü ilk banka oturdu Melek. Hilal'i de çekerek oturtmuştu yanına. Bu kızın bu ketum, her derdi içine atar hallerinden gına gelmişti artık. ''Şimdi anlat bakalım.'' derken ona doğru döndü. Bankın arkalığına dirseğini, yumruk yaptığı elini de yüzüne dayadı. Ne söyleyeceğini onun kadar merak eden Leon döndükleri köşeye kadar gelmiş ve nefesini tutup beklemeye başlamıştı.

''Neyi anlatayım?'' Ellerini iki yana açıp dizlerinin üzerine düşürdü. Derin bir nefes alıp verdikten sonra sormuştu bu soruyu. Karar veremiyordu. Anlatsa sahiden rahatlayacaktı. Anlatmalı mıydı? Nasıl anlatacaktı?

''Sabahtan beri kendini bir türlü işine verememene sebep olan şeyi anlat.''

''Biliyorsun. İşgal, Yunan... Babam.'' Gözlerini kaçırdı.

''Evet, bunları biliyorum. Bunlar hepimizin canını sıkan meseleler. Lakin sende başka bir şey var.'' Toparlanıp ellerini tuttu. ''Bak, benden sır çıkmaz. Korktuğun buysa?''

BedbahtlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin