Sen Benim Kaderimsin

10.3K 315 109
                                    

Elini sıkıca tutan kadının peşinden sürüklenerek bahçeye girdi küçük kız. Karşılarında görkemli bir konak yükseliyordu. Gözü bahçeye daldı bir anlık, gülümsedi ama o kadarı bile ona çok görüldü. Önüne dönmesi, başını eğmesi emredildi. Daha önce edilen nasihatler tekrarlandı.

Konağın içi, dışından büyüleyiciydi. Masallardaki saraylar da böyleydi muhakkak, hayranlıkla izledi. Sonra büyükçe bir salona girdiler. O sırada pencere önünde, dışarıyı izleyen kadın onlara döndü. Kendisi bir koltuğa otururken onlara da karşısındaki koltuğu işaret etti.

Veronika arkasına iyice yaslandı ve karşısına oturan iki kişiden, bilhassa birini baştan ayağa süzdü. Çekingen, çelimsiz küçük kızı... Ama öyle güzel gözleri vardı ki, diğer tüm kusurlarını örtüyordu. Masmavi... Baktıkça, bir daha baktıran cinsten...

''Kaç yaşında?'' diye sordu, küçük kızın yanındaki genç kadına, Dora'ya. Gözleri yine kıza döndü.

''On yaşında... Hiçbir kusuru, hastalığı yok. Göründüğünden daha kuvvetlidir. Akıllıdır. Çalışkandır...'' Dora onu böyle överken küçük kız etrafa bakınıyordu. Her bir eşyayı dikkatle inceliyordu. Gözleri etrafta dolaştı, en son kapıda takılı kaldı. Bir baş görmüştü orada, dahası bir yüzün yarısını... Ona bakan tek bir göz... İçeri gelmeye çekiniyor ve saklandığı yerden burayı gözetliyordu. Dora kolunu dürtünce dikkati dağıldı.

''Hanımefendi adını soruyor.'' Gözleri kızar gibi bakıyordu. Küçük kız biraz düşündü. ''Despina.'' dedi, tereddüt eder gibi. Ona bu isim verilmişti. Veronika hafifçe gülümseyip öne doğru eğildi.

''Gerçek ismin ne? Ben onu soruyorum.''

Dora daha iyi anlasın diye tercüme etti. Küçük kız biraz duraksayıp söylemek için ondan izin almak ihtiyacı hissetti. Eğer en küçük bir hata yaparsa ve onun işini bozarsa alacağı ceza çok büyük olacaktı. Daha dün gece, arkadaşlarından biri falakaya yatırılmış ve tabanlarına yediği dayakla ayakta duramaz vaziyete gelmişti.

''Söyle!'' dedi Dora, yine kaşları çatık.

''Hilal...'' derken sesi alçak çıktı. Şehit babasının ona verdiği isim buydu. Sancaktaki gibi... O Hilal, ablası Yıldız'dı. Ablası... Annesi... Babaannesi... Hepsine, yanan evleri mezar olmuştu. Annesi onu kurtardıktan sonra ateşlerin içine dalmış ama bir daha çıkamamıştı. Yetimdi, öksüz kalmıştı. Kimsesiz... Sonra onun gibi olanların yanına yerleştirilmişti, bir yetimhaneye. Oradaki bakıcı ablaları, onu ne çok sevmişti, aslında hepsini, tüm çocukları. Bu sayede acılarını, kimsesizliklerini unutmuşlardı. Ama bir gece yetimhanedeki yataklarından daldıkları uykudan bir gemi kamarasında uyanmışlardı.

Onun yaşlarında, kızlı erkekli on çocuk... İsmine Atina dedikleri yeni bir şehre getirilmişlerdi. Ana vatanlarıyla aralarına bir deniz girmiş ve çok uzaklarda kalmıştı. Onlara ilk unutturulmaya çalışılan da ana vatanları olmuştu. Artık buraya aittiler, asla geri dönmeyecektiler. Vatanları işgal edilirken onlar da köle diye bu şehrin süslü konaklarına satılacaklardı.

Eğitimden geçtiler, dil öğrendiler. Dayakla, açlıkla terbiye edildiler. Karanlık odalarda uyudular. Sızlanmak, ağlamak, hatta konuşmak yasaktı. Sonra birer birer eksilmeye başladılar. İşte, bugün de sıra Hilal'e gelmişti.

''İsmi Hilal kalacak.'' dedi Veronika. ''Değiştirmeye lüzum yok.''

''Siz nasıl münasip görürseniz hanımefendi.''

''Lisanımızı bilmiyor mu?''

''Bilmesi icap eden her şeyi biliyor, merak etmeyin.'' Yani vereceğiniz emirleri anlayacak kadar biliyor, demekti bu. Çocukların arasında en akıllı ve hızlı öğrenen oydu. Ona yetecek kadarını öğrenmişti. Birkaç aya kadar da bülbül gibi konuşurdu. Dora, onu bilhassa bu ev için saklamıştı. Atina'nın zengin iş adamlarından Vasili Papadopoulos'un eşi bu kız için cömert davranacaktı muhakkak.

BedbahtlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin