Dördüncü Bölüm

213 6 1
                                    

Düşünerek, ağır ağır ilerliyordu İstanbul sokaklarında. İnsanları izleyerek onları yorumluyordu. Bakışları küçük yaşta eline sigara almış kendinden geçerek içen çocuğa ilişti. Sonra minicik etek giyip erkeklerin bakışını üzerine çeken ve onların baktığını görünce de namus derdine düşen aciz kadınlara. Yolun ortasında çocuğunu döven anneye. Az ilerde bankta birbirinin neredeyse içine girecek 14-16 yaş arasındaki kız ve erkek çocuklarına. Biraz ilerledikten sonra, araç yol vermedi diye sokağın ortasında herkesin içinde ağzını doldura doldura küfür eden ürküdücü adama.
"Ah!" dedi başını hüzünle sallayarak. "Şimdi Nuh'un gemisi olmalıydı, binip uzaklaşmalıydık küfür kokan sokaklardan."
Saatler sonra eve ulaştı. Kapıyı açan annesine zoraki bir gülüş gönderdi. Hatice Hanım kızının yüzünde aniden yanıp sönen emanet gülüşünden bir şeylerin ters gittiğini anlasa da, kızının anlatmasını bekledi.
"Hoş geldin kızım. Nasılsın?" dedi merakını gizlemeye çalışarak.
"Hoş buldum anne. İyiyim." diyerek içeri girdi. Odasına girdi, kapıyı kapattı. Çantasını masasının kenarına koydu. Üzerini değiştirdikten sonra aynanın karşısına geçti. Yorgunluk ve hüzün göz bebeklerin de kendini hissettiriyordu. Bugün olanlar film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti bir anda. Okul da Umut'un onu herkesle bir tutması, sonrasın da Esma'nın hiçe sayıp onu bir başına bırakması. Herkesle bir tutulmak ve hiçe sayılmak... Bir gün içinde bu iki tezat kelimenin yarattığı duygu bedenini yorgun düşürmüştü.
Derinlerden gelen enstrümantal bir ses ile içindeki sızı arttı. Keman ve ney sesi. Nasıl da artırmıştı bir anda hüznünü. Gözleri doldu içine tarifsiz bir acı oturdu. Müzüğin kesilmesi ile kendine geldi. Çantasında ısrarla çalıp  açılmadığı için kapanan telefonunu neden sonra fark etti. "Ah,  telefon!" diyerek hızla çantasına uzandı. Arayan babasıydı. Hemen arama tuşuna bastı. 'Mesai saatlerinde aramazdı, acaba yolunda gitmeyen bir durum mu var?' diye düşünürken babasının sesini duydu.
"Kızım annen nerede?"
"Mutfakta babacığım, hayırdır?"
Bilal Bey'in sesi endişeliydi. Hatice Hanım'ın mutfakta olduğunu öğrenince, kızına belli etmemeye çalışırken, kelimeleri ağzında geveleyerek Hatice Hanım'ı telefona istedi.
Hilal odasından çkarak annesinin yanına gitti. Hatice Hanım yemek hazırlamakla meşguldü. Hilal telefonu annesine uzatarak,  "Annecim, babam seni istiyor." dedi. Hatice Hanım sanki suç izledikten sonra öğretmenine yakalanan çocuk gibi "Efendim, " diyerek konuşmayı sürdürdü. Hilal,  gayet normal olan, ama olağanüstü hal ve sözlerin geliştiği bu duruma anlam veremedi. Babasının telaşlı bir şekilde "Alo,  Hilal!" demesi, annesinin durgun konuşması onu korkutmuştu. Evet,  yolunda gitmeyen bir durum vardı ve Hilal bunun farkına varacak kadar büyümüştü.
"Hımmmmm.... Tamam.... Gelince konuşuruz...." gibi kesik kesik cümleler kuran Hatice Hanım, telefonu kapattı. Hilal yemek masasının sandalyesine oturmuş, sağ ile çenesinin altında annesinin kesik ve anlamsız kelimelerin toparlamaya çalışırken, Hatice Hanım telefonu masaya bırakarak,  "Al evladım, teşekkür ederim." dedi.
Hilal elini çenesinden çekerek,  "Annecim,  madem babam seninle konuşacaktı neden benim telefonumdan aradı? Bir sıkıntı mı var, ne diyor babam?" dedi meraklı bir ses tonuyla.
Hatice Hanım soruya soru ile yanıt vererek, "Aman evladım telefonu yine odada unutmuşum, beni bilmez misin? Baban sana ne dedi? Konuşmadan önce aramış mı tekrar?
"Yok annem, aramadı. Ama anne, artık sen de şu telefonu yanında taşısan. Adı üstünde cep telefonu, cebinden ayırmayacaksın." diyerek tebessümle annesine göz kırptı.
Hatice Hanım gülerek, "Tamam, meleğim, senin için bundan sonra ayırmayacağım söz." dedi.
"Hemen babamı satışa getirdin. İnsan kocasını akşama kadar hiç mi özlemez arkadaş. O gözleri telefona bir dik, çalarsa diye bekle. Belki adam özlüyor seni. Ben kocama böyle yapmayacağım. Aramadığım zamanlar mesaj atacağım. Gör bak annecim."
Hilal yüzünde şakacı bir tebessümle annesine takılmaya devam ederken, aklına gelen soruyla annesine döndü.
"Sahi, sormayı unuttum. Babam gelince siz neyi konuşacaksınız?"
Hatice Hanım gülerek dinliyordu Hilal'i. "Sen hele okulunu bitir,  mesleğini eline al, hayırlı biriyle evlen, çoluk çocuğa karış da o zaman görürsün mesajı,  telefonu."
Hatice Hanım kızının takılmalarını seviyordu. Anne kızdan ziyade arkadaş gibiydiler. Hilal bu yüzden rahatlıkla takılabiliyordu Hatice Hanım'a.
"Bu arada, Konya'ya gidelim diyor baban. Anneannen aramış. Çocukların okulu kapanınca torunlarımı alın gelin, hem kafaları dağılır, hem de onlara değişiklik olur demiş. Gelince çocuklarla konuşalım dedim. Ne diyorsun gider miyiz?" Soruyu sorarken ses tonuna yerleşen ve fark ettirmemeye çalıştığı bir acı vardı.
"Olur annecim, tabii ki gideriz." diye atıldı Hilal. Ama bir şeyler döndüğünün farkındaydı. Fakat  üstelemedi, annesinin anlatacağı zamana kadar bekleyecekti. Banyoya gidip ellerini yüzünü yıkadı, kuruladı. Odasına geçtiğinde kapı sesiyle dikkat kesildi. Gelen İbrahim' di. Haber yakalamış magazinci gibi annesine seslendi.
"Anneeeeeeeee, sana bir şey söyleyeceğim."
Hatice Hanım mutfaktan çıkarak heyecanlı bir şekilde bağıran oğluna gülerek yaklaştı. "Oğlum önce bir selam ver. Ne oldu?"
İbrahim ses tonunu biraz düşürerek,  "Ablam bugün okulda ne yaptığını sana anlattı mı?"
Annesinin cevap vermesine fırsat bırakmadan konuya girdi. O sırada ağır adımlarla odasından çıkan Hilal koridorda ilerlerken, "Bir bu eksikti. Ah İbrahim!" diyerek mırıldandı. İbrahim'i durdurmak mümkün değildi. İzlemekten başka çaresinin olmadığını anlayarak,  yalvaran gözlerle İbrahim'e baktı. Ama nafile anlatmaya başlamıştı bile. Aslında amacı kötü değildi sadece ablasını kızdırmak hoşuna gidiyordu. Kızınca çatışan kaşları, hem de güldürüyordu. Bir yandan ablası Hilal'e bakarak mimiklerini kontrol ediyor,  bir yandan da annesine bakarak konuşuyordu.
"Benim bu akıllı ablam, bugün kantini ayağa kaldırdı. Modacı Nevin'in oğlu Umut yok mu? Bizim delinin yanına oturmaya kalkmış, tabii bizimki de  kırmızı görmüş boğa gibi, saldırdıkça saldırdı." İbrahim hem gülüyor, hem de bir yandan ablasına bakarak annesine heyecanlı bir şekilde olanları anlatıyordu. Hilal sinirle atıldı hemen;
"İbrahim keser misin şu zırvalığı!" diye sinirle atıldı Hilal. Annesine dönerek, "Anne şu oğluna bir şey söyle. Bir kere olay anlattığı gibi değil." diyerek nazlı nazlı itiraf etti.
Hatice Hanım çocuklarının atışmalarını izlerken olayı da anlamaya çalışıyordu. "Oğlum ablanı kızdırma,  çok ayıp. Anlat dinliyorum ama mümkünse benzetme yapmadan."
İbrahim gülerek devam etti. "Hayır, yani benim anlamadığım şu mızmız mı mızmız, aksi mi aksi, suratsız mı suratsız kızın yanına nasıl olur da oturma cesareti gösterdi? Sanki çevresinde başka kız yokmuş gibi."
İbrahim anlattıkça Hilal'in Umut'a olan öfkesi artıyor,  küllenmeye başlayan nefreti ise içten içe alev almaya başlıyordu. Mutfaktan köşe yastığını alıp İbrahim'e fırlattı.
"Sus sana sen. Lüzumsuz yere konuşuyorsun. Şimdi bütün hıncımı senden çıkaracağım, o zaman gününü göreceksin."
Hatice Hanım suskunluğunu tekrar bozarak, "Oğlum ablanı kızdırmadan anlatır mısın?" dedi.
"Ama anne, bu suratsız, uyuşuk kızın bir şeyler söyledi. Sonra Umut Abi sustu ve hiç konuşması. Normalde Umut Abi hiçbir kızın karşısında öyle susmaz. Farklıydı duruşu. Ablam ne söyleşi duymadım a a Umut Abi'nin yüzünde daha önce  hiç görmediğim bir acı vardı."
İbrahim'in yüzündeki gülümseme kaybolmuştu. Hatice Hanım bir anda durgunlaşarak kızına döndü. Sinirli görünüyordu Hilal. Ağzından tek kelime çıkmıyordu.
Hatice Hanım ciddi ve meraklı bir tavırla, "Kızım yanına  oturmuş olabilir, bunda herhangi bir art niyet yok. Hem sadece siz yokmuşsunuz ki kantinde. Sakıncalı ve rahatsız edici bir şey yokken niye üzüyorsun elin oğlunu. Tamam, rahatsız oluyorsan da güzel bir dille uyarsaydın?"
Hilal suskunluğunu bozmamak için direniyordu. Şalını arkaya attı, anlaşılmama endişesi çekiyordu. Annesine ve İbrahim'e döndü, ağlamaklı ses tonunu gizleyerek sesini sinirini yansıtmaya çalıştı.
"O kendini beğenmiş, zengin oğlunu sakın bana savunmayın. Egoist davranışları rahatsız ediciydi. Canımın sıkkın olduğu sırada benden izin almadan geçti karşıma oturdu. Alaycı bir şekilde konuştu. Ne cüret? Anne  babası nasıl bir terbiye vermişse artık!"
İbrahim üzüntüyle atıldı. "Abla,  Umut Abi'nin babası yok ki!"
Bir anda herkes suspus oldu. Hilal'in sinirli sesi bıçak dokunmuş gibi aniden kesildi. Kimseden ses çıkmıyordu. Hilal İbrahim'e bakarak dondu kaldı. Anlam vermeyerek "Nasıl  yani?" der gibi baktı İbrahim'e. Okul da Umut'a söylediği o cümle geldi aklına. "Her zaman yanında olan annen ve baban iyi katlanıyor sana!" Bunu söyledikten sonra gerçekleşen o sahne gözünde canlandı.Umut'un susmuş, cevap vermeden öylece beklemişti. Acaba o an Umut içinden ne demişti? Yoksa "Bana katlanacak bir babam yok, Hilal." mi demişti.
İlk kez kendini bu kadar mahcup hissediyordu. Her ne kadar Umut'un yaptığı saygısızlık olsa da, şu an ki mahcubiyet ve acı saygısızlığı örtecek kadar güçlüydü. Evet! İlk kez bir erkeğe karşı yüreğine bir acı hissetmişti. Simsiyah gözlerinden almak için kıvranan inci yaşları dökmek istemiyordu.
"Bilmiyordum, " diyebilir sadece, titrek bir sesle. İçinde fırtınalar kopuyordu. Ukala ve bencilce davranmış olsa da Umut'a karşı bir merhamet ve yumuşama yerleşivermişti yüreğine. Ve bir o kadar da mahcubiyet. Ama Hilal bilmiyordu,  o merhametin onu acıya sürükleyeceğini. Bilmiyordu o merhametin onu aşka sürükleyeceğini. Ömre bedel bir yaraya qn itibariyle "merhaba" dediğini bilmiyordu Hilal.
İbrahim, kantinde gelişen olayın altındaki acının ne kadar ağır olduğunu bilmeden sözlerine devam etti.
"Dört yıl önce  ailecek Konya'ya gitmişler. Babası uykusuz yola çıkmış. Anlık bir dalgınlıkla arabanın kontrolünü kaybetmiş ve kaza yapmışlar. Babası dışında kimseye bir şey olmamış. Bir ay yoğun bakım da kalmış. Babası olaydan bir kaç ay önce kalp ameliyetı olduğundan kazayı kaldıramamış. Annesi Umut Abiye hem annelik hem de babalık yapmış,  bir dediğini iki etmemiş hala da etmiyor."
Hilal devamını dinlemeden odasına koştu ve yüzükoyun yatağına kapanacak boğazında düğümlenen hıçkırığı bıraktı. Ağladı... Ağladı... Hatice Hanım hiç ses etmeden kızının başucunda öylece bekledi. Hilal'in engelleyemediği gözyaşları dakikalarca sürdü. Gözleri şişmişti.
Hatice Hanım kızının başını okşayarak,  "Güzel yavrum. Canım kızım. Duruşu sert, yüreği naif evladım. Hayatta herkesin başına gelebiliyor bu durumlar. Babasını kaybettiğini bilseydin, o sözleri asla söylemeyeceğini biliyorum. Muhakkak arkadaşın da bunu anlayabilecek olgunlukta bir çocuktur. Bu telafi edebilecek  bir şey. Yarın gider özür dilersin, mutlaka o da bilmeden yaptığın hatayı unutacaktır."
Hilal başını yataktan kaldırıp annesinin dizine koydu. Başında şalı yoktu. Yere düşmüştü ve farkında bile değildi. Annesi kızının saçlarını okşamaya başladı. Onun da gözleri dolmuştu. Titrek bir sesle zoraki konuşmaya başladı Hilal.
"Bilmiyordum anneciğim. Bilsem söylemezdim. Masama izinsiz oturup diğer kızlara yaklaştığu gibi yaklaşınca, bir de ukala bir tavırla konuşarak kendisinin bana iyi geleceğini söyleyince birden sinirlerim boşaldı. Tamam, yaptığım çok yanlıştı. Çok ayıp ettim. Ama inan bilmiyordum."
Hilal, Umut'u ve okul çıkışında Esma ile olanları tek tek, ağlaya ağlaya annesine anlattı. Daha sonra Esma'nın  onu dışlamasının verdiği üzüntüyü dile getirdi. "Dayanamıyorum anne. Canım bildiğim beni başka camlara değişmesi, beni hiçe sayması... Ben ona yardımcı olmaya, moralini düzeltmeye çalışırken, kendi sıkıntımı bir kenara koyup onunla ilgilenirken,  onun yaptığı çok zoruma gitti. Ama kızamadım ona, üzülür diye bir şey de diyemedim. Ama yüreğim çok kötü sızladı. Bugün herşey üst üste geldi."
Hilal hem anlattı hem ağladı. Sonra uzun süre sessizlik. Gözlerini açtığında hava kararmıştı. Başını kaldırdı, oda kapkaranlıktı. Belli ki annesi üzerini örtüp çıkmıştı. 'Uyumuş kalmışım,' diyerek doğruldu. Gözleri ağrıyordu. Sol kolunu kaldırdı, ama saati göremiyordu. Ayağa kalktı, zoraki adımlarla yürüdü ve ışığı açtı. Saat 21.00 olmuştu. Yatağının üzerine oturdu. Uyumadan önce olanları düşündü, gözleri tekrar doldu. Ani bir hareketle yerinden kalktı. Masanın kenarında duran çantasını aldı, ön cebini açtı. 'Ah, ben bunu unutmuştum.' diyerek kimliği eline alıp inceledi. Bir şey dikkatini çekti. Adı... "UMUT YEKTA" yazıyordu. Yekta... Yekta... Yekta diye mırıldandı. 'Tek sevgili, eşi benzeri olmayan sevgili' demekti Yekta. Gözünün önüne Umut'un yüzü geldi. "Ne güzel bir ismi var." dedi hafifçe tebessüm ederek. Çantasının ön cebini açıp kimliği tekrar yerine koydu. Başını kapının camına çevirdi. Babası Bilal Bey gelmiş olmalı ki, ışıklar hala yanıyordu. Uyumadan önceki sahneler gözünün önünden geçti. Babasının araması... Telaşlı sesi... Annesi Hatice Hanım'ı istemesi... Yavaşça kalktı yerinden. Çekmeceyi açtı ve başına ince bir şal taktı. Tam kapıyı açıp çıkacaktı ki, babası ile annesinin sesini duydu. Mutfakta olmalıydılar. "En iyisi çocukları göndermek." "Evet Bilal, biz kalalım. Çocukları cuma günü karneden sonra uşağa bindirelim." Annesinin ve babasının konuşmalarını duyunca kapıyı açtı ve koridora çıktı. Bilal Bey kızını kapı eşiğinde görünce telaşlı gözlerle hanımı Hatice'ye baktı. Evet,  Hilal kötü görünüyordu. Gözleri şiş, yüzünün rengi solmuş, göz altlarındaki morluklar 'ben buradayım' diyordu. Babasındaki bu telaş Hilal'in bu haline olamazdı. Emindi, annesi mutlaka bu gün olanları anlatmıştı. Ayrıca, anlatmamış olsa bile, suçüstü yakalanma telaşı vardı babasında. Kızı Hilal'in zarar görme telaşı değildi bu. Hilal içeri süzüldü, bir sandalye çekip oturdu. Bitkinliği sesine vurmuştu.
"Siz neden Konya'ya gelmiyorsunuz? diye sordu babasına yorgun gözlerle bakarak.
" Benim okulda işlaeeim var. Seminerler,  evrak işleri, toplantılar vs."
"Biz İbrahim ile mi gideceğiz?"
"Evet kızım. Cuma günü karneleri aldıktan sonra sekiz uçağıyla sizi gönderelim diye düşündük annenle."
Hilal babasını dinlerken annesi söze girdi. Hilal bakışlarını annesine çevirdi.
"Hem kafanız dağılır yavrum. Kardeşim de sen de çok yoruldunuz. Ben burada kalıp babanla haftaya döneriz."
Rahatlamıştı Hilal. Güzel bir tatil kendisini bekliyordu. İlk kez gidecekti Konya'ya.
"Siz çifte kumrular birbirinizi hiç bırakmayın. Babam gibi anlayışlı bir erkek bulursam kaçırmayacağım." dedi Hilal hafifçe tebessüm ederek.
Hatice Hanım ve Bilal Bey kızlarının esprisine gülümsediler. Hatice Hanım sevgi dolu bakışını Bilal beyin gözlerine odaklandı ve "Babanda kızım, babanda Bilal-i Habeşi sadıklığı var. Üzerine tonlarca yük yükleseler bile, sabrından ve sadakatinden vazgeçmez." dedikten sonra Hilal'e döndü ve "Rabbim sana Bilal'in sadakati gibi, sağlam gönüllü birini ömrüne yazsın. Gönlüne düşürsün." dedi.
Duaya aminler bekledikten sonra Hilal müsaade isteyerek masadan kalktı ve odasına doğru yürüdü. İbrahim çoktan uyumuştu. Hatice Hanım ve Bilal Bey, Hilal uyanmadan İbrahim'e durumu anlatmışlar, oda sevinçten odasına gidip anneannesiyle konuşmuş ardından uyuyakalmıştı.




YÜZLEŞMELER AŞKA KAPI AÇAR MI DERSİNİZ?

AŞKIN BEDELİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin