Hilal, Mehmet Amca'nın yan dairesin de oturuyordu. Annesi Hatice Hanım ziyadesiyle hanımefendi bir ev hanımıydı. Akşama kadar fırsatını buldukça el işi yapardı. Babası Bilal Bey ise eve iki saatlik mesafedeki bir okulda öğretmendi. Her ne kadar Hatice Hanıma, "Akşama kadar şu bez parçaları ile uğraşıyor, gözlerini yoruyorsun. Allah'a şükür durumumuz iyi, bir eksiğimiz yok. Ne diye kendini yıpratırsın anlaman ki." diye sitem etse de, Hatice Hanım her defasında "Çocuklarımın okumasında benim katkım olmasın mı? Bunu bana çok görme Bilal." der kocasından anlayış beklerdi. Hilal lise son sınıfta, kardeşi İbrahim ise lise birinci sınıfta okuyordu. Her sabah Mehmet Amcanın kapıyı çarpmasıyla doğan o müthiş sesle uyanırlar, anneleri Hatice Hanım'ın hazırladığı hahvaltıya bir an önce oturmak için, iki kardeş lavabo kavgaçekinmeden, İbrahim sınıf birincisiydi. Ahlah ve düzeninden dolayı okul müdüründen çeşitli hediyeler alırdı. Ahlakının yanı sıra çekingenliği de had safhada olduğundan, hakkı olan hediyeleri alırken bile elleri titrer, yüzü kızarırdı. Okulun en güzel sesine sahip olan Hilal, güzelliği, arkadaşlarıyla uyumu ve başarılarıyla dikkat çekmesinin yanı sıra, aksiliğinden dolayı hiçbir erkeğin yanına yaklaşmaya cesaret edemediği asil bir duruşa da sahipti. Bu iki pırlanta gibi gencin nasıl oluyor da birbirleri ile anlaşamadığını bir türlü çözemiyordu Hatice Hanım. Fakat atışmaları her zaman kısa sürer, iki dakika sonra bir bakardı ki kavga eden çocukları sofrada birbirlerine ekmek, kahvaltılık ikram ediyordur. Onlar kahvaltılarını yaparken, Hatice Hanım gülerek, sevgi dolu bakışlarla çocuklarını izlerdi. Onların bu halleri, bir anda her şeyi unutup birbirlerine kenetlenmeleri, kin tutmamaları, mutlu ederdi annelerini. Biricik kızı Hilal lise sınıfta idi ve herkesin dikkatini çekecek kadar güzeldi. Kızını bilirdi, her zaman temiz düşünceli, içinde kimselere karşı kötülük besleyemeyen, saf, bir o kadar da masum, merhametliydi. Gençliğin sabun gibi ellerden kayıp çukurlara düştüğü, kızların kendilerini erkeklerle bir tutup, onlarla takılmanın(!) onlar gibi giyinmenin moda olduğu, sokaklarda akşamın geç saatlerine kadar kimseden çekinmeden, güle oynaya kahkaha attıkları şu dönemde, onlara nazaran inadına terbiyeli, inadına masum bir kızdı. Okul saatleri dışında yaşıtları gibi eğlenmek için dışarı çıkmazdı. Çok kimseyle arkadaşlık yapmaz, yaklaşmazdı kimseye. 'Ama ya arkadaşları iyi niyetinden faydalanmak isterse? Ya o gençlerin farkında olmadan yaptıkları veya yapacak olmaları hatalara kızı Hilal'i de ortak ederlerse?' diye düşünen Hatice Hanımın içinde hep bir korku vardı. Burası İstanbul'du. Şehrin güzel ve temiz görüntüsüne rağmen içinde barındırdığı insanların çoğu öyle değildi. "Meleğim" diyerek bağrına bastığı Hilal'ine çok güveniyordu ama o bir anneydi. Evlerinin dışındaki dünyaya güvenmiyordu. Her sabah Hilal'i uğurladıktan sonra yarım saat kapıda durur, kızının arkasından onu koruması için Allah'a dualar ederdi. Akşamı iple çeker, çocukları eve girinceye kadar içindeki korku ve tedirginlik dinmek bilmezdi. Öyle ya? O bir anneydi. Dokuz ay karnında taşıyan onlara bir zarar gelmesin diye kendinden bile sakınan bir anne. Gece uykularını feda etti çoğu zaman. Şimdi halleri, vakitleri yerindeydi. Fakat çocukları doğduğunda, paranın yok olduğu zamanlar el emeği göz nuru döktüğü işlemelerini satarak evin geçimine katkıda bulunmuştu. Elalemin çocuklarından eksik bir şeyleri kalmasın diye karı-koca el ele verip birlikte direndiler, hayatın vurduğu yokluk sıkıntılarına. Yine de evlatlarına bir gün olsun maddi sıkıntılarını hissettirmediler. Düğünlerinden bir süre sonra kayınpederi ve kayınvalidesi vefat etmişti. Bilal beyin o zor günlerinde kocasının yanından hiç ayrılmamış daima ona destek olmuştu. Hatta evin geçimine katkıda bulunmak için geceleri uykusundan feragat ederek sabahlara kadar el işi yapmıştı. Çok sonra kocası göreve başlayınca rahatlamışlardı. Çocukları büyümüş, okula başlamışlardı. Her sabah onları okula uğurlarken arkalarından dualar etti. Üzerlerine titriyor, onlar eve gelene kadar tedirgin bir şekilde pencerenin önünden ayrılmıyordu ama çocuklarını bunaltmamak için onlara belli etmemeye çalışıyordu.
Bugün hava hafif rüzgarlıydı. Gökyüzünde yavaş yavaş hareket eden bulutlar efsunlu bir görüntü sergiliyorsun. "Yağmur yapmasa bari" diye geçirdi içinden. Oldu olası sevmezdi basık, kasvetli havaları. Yataktan kalkmaya hiç niyeti yoktu. Pikeyi üzerine çekip tam tekrar yatacağı sırada "Çat!" diye bir ses duydu. Yerinden doğruldu, elini kalbine götürdüp derin derin nefes alıp verdi. Sabahın yedisinde bu seste ne? Yavaşça pikeyi üzerinden attı ve aynı yavaş hareketlerle yataktan kalktı. Mayın tarlasında yürüyormuş gibi yavaş ve ürkek adımlarla pencereye yaklaştı. Güneşliği hafifçe kenara çekti ve tül perdenin arkasından apartmanın etrafına hızlıca göz gezdirdi. Gözlerini bir noktaya odaklayıp, dikkatle süzdü yürüyen kişiyi. "Oh, ilahi Mehmet Amca, yüreğime indiriyorsun." derken elini göğsünden çekti ve içinde tuttuğu nefesin tamamını bıraktı. Başını duvardaki saate çevirdi. Emektar saat 07.10 gösteriyordu. "Eyvah, geç kaldım" diyerek hızla odadan çıkarken neredeyse kapıda Hatice Hanımla çarpişiyordu. " kızım yavaş ol, daha yarım saatin var." dedi Hatice Hanım önünden fırtına gibi geçen kızına. Lakin Hilal, banyonun kapısını gürültüyle kapatarak çoktan gözden kaybolmuştu. Bu arada Hilal'in gürültüsüne uyanan İbrahim gözlerini ovuşturarak odasından çıktı. "Anne şu kızına bir şey söyle, ergenler gibi her şeye çığlık atıp durmasın, uyuyoruz." dedi annesine, şakacı bir sitemle. Hatice Hanım tebessüm ederek oğlunun yanaklarını sıktı. "Sanki sen çok büyüksün, tatlı ergen." Banyodan çıkan Hilal kardeşinin yanağından bir makas alarak, "Geç kaldın, ben senden önce girdim, uyuşuk ergen." diyerek takıldı. İbrahim'in oflamaları, Hatice Hanım ve Hilal'in gülüşmeleriyle kahvaltıya oturdular. Hatice Hanım çocuklarının çaylarını koyarken, Bilal Bey de masadaki yerini aldı. Hilal, hala uyku sersemi olan kardeşinin yüzünü sıvazladı ve "Hala uyanamamış mı benim yakışıklı ergenin?" diyerek uzanıp yanağına bir öpücük kondurdu. "Of, söylediğime pişman ettiniz. Kocaman kız oldun hala benimle eğleniyorsun. Ama elbet sen benim elime düşersin." dedi İbrahim yapmacık bir sitemle. "Senin ellerine düşmek benim için şereftir, Romeo." dedi Hilal, bakışlarını kardeşinden ayırmadan kahkaha atarak. İbrahim hafifçe tebessüm ederek, "Üzerimden film çevireceğine kahvaltını yap." dedi. Hatice Hanım ve Bilal Bey hem kahvaltı yapıyor, hem de çocuklarının muzipliklerini izliyorlardı. Bilal Bey her zaman ki gibi çok konuşmuyor, sadece "Aslan oğluma karışmayın, " diyerek kahvaltısına devam ediyordu. Kahvaltıdan sonra İbrahimve Hilal hazırlanıp çıktılar. Hatice Hanım her zaman ki gibi arkalarından dualar ederek uğurladı evlatlarını. Bilal Bey de hemen onların arkalarından çıkarken hanımı Hatice'ye, "Ellerine sağlık Hatice'm. Allah'a emanet, akşam görüşürüz." demeyi ihmal etmedi. Hatice Hanım eşini de geçirdikten sonra, günlük rutin işlerini bitirip el işini aldı ve oturdu. Bazen akşama kadar el işi yapar, bazen de apartman komşularıyla oturup sohbet ederdi. Fakat gün boyunca yine aynı korkuyu, aynı tedirginliği yaşar, yüreği sıkışır, "Acaba çocuklarım nasıllar? Acaba canlarını sıkan bir durum olur da kırılır mı nazenin gönülleri?" diye düşünürdü.
Kapıdan kovup bacandan giriyorsam eğer, Bu; gönlümün yüzsüz oluşundan değil, Sevdana sadık oluşumdandır! Eğer her ıstıraba amenna çekip Katlanabiliyorsa bu can, Senden geliyor diye yaraya da aşık okulumdan, Yaraya da SEN basışımdandır! Adısındır aslında ruhumdaki en büyük deryanın. İşte bu yüzdendir çok dalgalı olup Gönül kıyına vuruşun! Bu yüzdendir derin oluşum! Bu yüzdendir aşkın dibine vuruşun!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN BEDELİ
RomansaAşk illaki bedel ister. Ve payına mutlaka hasret düşer! Kişi sevdiği ile beraberdir.... 😍