VUSLATA RAMAK KALA!
Dedem ve İbrahim hala içerideydi. Duamı bitirip amin dedikten sonra dışarı çıktım. Adım atamıyordum, çok kalabalıktı. Farklı farklı odacıklar vardı. Çilehane, neyzenler dergahı, ney odası ve bir çok maneviyat yüklü odalar...
Bulunduğum yer ile arası en fazla yirmi adım olan bir odaya odaklandı gözlerim. Saçları... Boyu... Duruşu... Kıyafeti... El açışı... Yekta mıydı? Olabilir miydi?Evet, evet! Oydu! Yanlış görmüyordum! Dizlerim bütün gücünü kaybetti, boşalıverdi bir anda! Yere dizimin üstüne çöktüm kaldım! Kalkamıyordum! Allah'ım yardım et! Ona gitmem için bana güç ver!
Gözlerimde nöbetçi yaşlar yanağıma varmadan dökülüyordu mübarek taşlara! Ağlıyordum evet. Ama bu defa mutluluktan, heyecandan... Kalbim deli gibi atmaya başladı. Canım... Kıymetlim... Sol yanım yerinde değil karşımdaydı işte! Sonunda kavuşmuştum işte. Buraya beni bulmaya gelmişti işte! Mesneviyi sevmişti o da Kamil Hoca'nın dersinde. Mevlana'ya da gelmek istediğini sohbet çıkışı dile getirmişti.
Gelmişti işte! Beni bulmaya gelmişti. Özlemenin doruk noktasında, vuslatın can alıcı anındaydım. Ellerimi yere dayayarak kalktım. Ona ulaşamıyordum. Kalabalık buna izin vermiyordu. Gözlerimi ayıramıyordum kaybederim diye. Bu sebepten düşe kalka gidiyordum. Dilime şükürler sürerek ilerledim.
Ayağıma ne takıldı, nereye çarptım bilmiyorum. Kendimi yerde buldum. Avuç içim ve dizim kanıyordu. Şiddetle yanıyordu ama umursamadım.
Kendimi zorlayarak yerden kalktım ve etrafıma bakındım.
"Hayır! Yoktu! Allah'ım bu olamaz!!! Onu bulmuşken kaybedemem!!!"
Kimse umurumda değildi! Etrafımdakilerin bakışını umursamadan sesimi yükseltip, ağlayarak bağırdım.
"Yekta!!! Yekta! Ne olur gel! Buradayım burada......! Yekta! Yalvarırım gel.... Allah aşkına gel.... Yekta!......."
Nafile... Herkes bana bakıyordu şaşkın, hayretler içinde. Yanıma gelip dizime peçete koyanları ittim! Bilmediğim dil de konuşan birkaç yabancı telaşla bir şeyler söylemeye çalışıyordu.
Hayır anlamıyordum. Dinlemiyordum da! Ağlayarak sadece bağırıyordum.
"Onu istiyorum onu!!! Yalvarırım Yekta gel!... Yekta...."
Gelen giden yoktu. Yekta yoktu! Daha fazla, daha şiddetli bağırdım ve artık bağıracak gücüm de kalmamıştı.
"Yekta.........."&
Gözlerimi açtığımda bir ambulansın içindeydim. Her yerim ağrıyor, ellerimden sızan kan sedyeye damlıyordu.
"Neler oluyor? Neden beni götürüyorsunuz? Yekta orada kaldı. Onu bulmam lazım ne olur bırakın beni." diyerek görevliye yalvardım. Yalvarıyorum ama beni dinlemiyordu bile.
Yüzümü okşayarak, "Sakin olun. Şimdi kontrol altındasınız. Aileniz arabayla arkadan geliyorlar. Şimdi sizi hastaneye götürüyoruz."
"Yekta'yı istiyorum ben. Ne olur onu bulup getirin bana. Hastaneye falan gitmek istemiyorum ben, lütfen."
Ağlıyordum. Ağlayarak yalvarıyordum. Belli ki bağırırken yığılıp kalmıştım ve bayılmıştım Mevlana da. Ben yalvarırken kolumda ince bir sızı hissettim, sonrasını hatırlamıyorum...Bazen;
Hiçbir dalganın vuramadığı gönle,
Birinin sevdası vuruveriyor!
Hiçbir dalganın söndüremediği ateşi,
Birinin gelişi söndürüveriyor!
Ve bazen de;
Hiçbir depremin deviremediği gönlü,
Bir kişinin yokluğu alt üst ediveriyor!!!Kaleme Can Düştü
Elimi tuttu. Sımsıcaktı. Kış gününde ılık yaşlarım ellerini ıslatıyordu. Aşkla bakıyordu gözlerime. Ben aylarca bu bakışa hasret yaşadım işte. O yakışıklı gülüşünü simasına takarak, gözlerim içine baktı;
"Yokum diye neden kendine dikkat etmiyorsun nazlı şeytan."
Bir yandan da dizimden akan kanı güzelim elleriyle silmeye çalışıyor, üzerine peçete koyuyordu.
Biraz ağlamaklı bir ses tonuyla, "Sende o zaman gitme" dedim.
"Geldim... Buradayım işte... Seni çok aradım Hilal."
"Gitme. Beni bırakma artık. Ben dayanamam, kaybedemem seni Yekta."
"Dua et bana olur mu Hilal'im? Şimdi gitmeliyim. Ama tekrar geleceğim Rumi bahçede tekrar görüşeceğiz. Belki de daha mübarek yerlerde." Sonra tebessüm ederek göz kırptı ve "Hıh? Ne dersin?" dedi.
"Görüşeceğiz tabii. Ama artık gitmesen. Hem bak ben sana ulaşamıyorum. Sonra kendime gelemiyorum. Ne diriyim hayattayım, ne ölüyüm mezarda...."
Alnıma bir buse kondurup kalktı. Arkasını dönüp yavaşça uzaklaşırken arkasından bağırdım. Yine ağlayarak... Yine kendimden geçerek...
"Gidince bari yaz Yekta... Yoksa ölürüm..."
Arkasını döndü. Titriyordu... Dayanamadım, "Ellerin üşür, şimdi değil, ama gidince, ne olur gidince yaz Yekta..."
"Seni Çok Seviyorum Hilal..."
Ve kayboldu...&
Gözlerimi açtığımda kendimi bir hastane odasında buldum.
Yekta? Yekta? Kalbim hızlı hızlı atıyordu. Hayır, Allah'ım rüya olmasın! Gelsin!! Gitmesin Allah'ım...
Anneannem elimi tutmuş başımda bekliyor, hemşire de seruma muhtemelen ağrı kesici ilave ediyordu. Halimi anneanneme belli etmemek için sıktım dişlerimi. İç çeke çeke, sessizce ağlıyordum. Dedem ve İbrahim ellerinde su ile girdiler içeri. Belli ki kantinden geliyorlardı.
Ben buraya nasıl geldim? Kim getirdi? Neler oldu? Gözlerimi hemen geri kapattım. Zira ayıldığımı, ağladığımı görseler, soru soracaklardı. Gün içinde olanları düşündüm. Hepsi film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti.
Bu ne sertti derman bilinmez? Ya bu ne yara idi merhemi yoktu? Ondan haber alamayışımın yükünü artık kaldıramıyordum. İki damla yaş aktı yastığa, soğukluğu işledi içime. Şimdi ne gözümden akan yaşın, ne de boğazıma düğümlenen hıçkırığın yararı yoktu. Toparlanmalıydım. Nerede, ne yapıyor şu an, neyle meşgul, iyimi, bilmiyorum... İçimdeki kıyametlerle dua ettim.
"Rabbim onu koru. Rabbim onu bana bağışla. Rabbim onu benim için bağışla. Bilse orada olduğumu gitmezdi. Bilse bu acıyı yaşatmazdı."
Dua ettim, çünkü yarı yolda bırakılan bir gönlün sadakasını iki dünya da veremezsin diyor Allah Resulü. "Sen tüm gidenleri affet, kalanlara sabır ver." Bunca çaresizlik içinde Rabbime yalvarmaktan başka elimden ne gelirdi ki?
Gönlüme koyan o... İmtihan eden o... Elbet güzel bir vuslat hazırlıyordu. Yoksa bu kadar çok hasreti ve acıyı yaşatır mıydı? Zaman sonra şükredecektim bu hallerime. Ne güzel yandırdı beni sana Rabbim diyecektim Yekta'ya...
O gece hiçbir şey söylemediler. Suallerle beni yormadılar. Mevlana da yaşanan olayı anneanneme anlatmış olmalılar ki, hiçbir şey demedi. İbrahim de Yekta'yı söylemiş olmalı ki, sorup hatırlatmadılar. Hatırlamak için unutmak gerekti. Hoş; Ben zaten o günü hiç unutamadım.
O gece hastanede boş bırakmadı yine duygularım. İbrahim'den kalem kağıt isteyip, yine ona yazdım. Herkes sevdiğine şarkı armağan eder, bense yazardım...
Benim şarkı armağan edeceğim kadar yanımda kalmadı ki Yekta?... Ben bu sevdadan yana hep hasret içtim yudum yudum... Ara sıra kelimeler dilime doluyor, dilimden kaleme düşüyordu. Şair olayım kastıyla değil, sadece yüreğimden Yekta'ya doğru gelenlere engel olamıyordum o kadar. Ben onun ardı sıra, onu sadece kağıda döktüm. -ki ne zaman onu anıp da bir şeyler yazsam, mide ağrılarım başlar. Ağrı içinde yazdım hep. O hiç bilmedi... O hiç okumadı! Ama ben hep ona yazdım... Tek ona...İstanbul kadar büyük,
İstanbul kadar dilsizdi sevdam.
Gönlümün Fatih'i anlamasa da pür-melalimi,
Bilmese de gönlümü fethettiğini,
Yüreğimin surlarında gizledim ben gözlerini.Oysa bir niyetlenseydi,
Bir el atsaydı şehri gönlüme,
Ben İstanbul misali
Diz çökmesini bilirdim önünde!Bir bakışı,
Bir gülüşü yetti gönlümü fethetmeye...
Lakin
Fatihçe bir dokunsaydı gönlüme,
Bir çoktan razıydım gönlünün ucuna serilmeye!Şimdi gönlüm İstanbul misali.
Yaralı...
Yorgun...
Fatihsiz...Ama tek bir Fatihin fethine hasret!
Kaleme Can Düştü
&
Seni ben ey ölüm;
Ne yana atsam...
Nasıl anlatsam...
Nasıl ağlatsam...M.C
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN BEDELİ
RomanceAşk illaki bedel ister. Ve payına mutlaka hasret düşer! Kişi sevdiği ile beraberdir.... 😍