Onyedinci Bölüm

85 4 0
                                    

Konya'daki ilk sabahıma gözlerimi açtım. Masanın başında sızıp kalmıştım. Saate son baktığımda 04.18'i gösteriyordu. Zoraki masadan kafamı kaldırdım, sandalyeyi geri iterek gerindim. Kolumdaki saate baktım, 08.11'i gösteriyordu.
Hızla yerimden kalktım, pencerenin kenarına koyduğum telefonuma almaya gittim. Ya ben uyuyunca Yekta ararsa? Ya bana ulaşamayıp tekrar kapattıysa telefonunu? Uyuduğum için kendime lanetler ettim. Telefonun ekranını açarken ellerim titriyordu. Heyecan ve korku arasıydı yaşadığım. Ve havf ve reca hali. Korku ile ümit...
Acı nedir bilir misiniz? Sen sadece ondan bir mesaj, bir çağrı beklersin. Ama onun dışında herkesin araması, yazması sonucu üzerine çöken çaresizliktir. Sonuç olarak payına da yürek yanmasının düşmesidir.
Lüzumlu lüzumsuz hat mesajları, reklamlar, bir kaç arkadaş... Yekta? Yekta yok! Aramadınız mı diyeceksiniz şimdi. Aradım. Ama yine o mekanik ses.
"Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz."
Şu an değil sadece, günlerdir ulaşılamıyordu. Daha sonra... Daha sonra... Yok! Yine güne acıyla başladım. Kapıyı açıp odadan çıktım ve banyoya doğru ilerledim. Yüzüme kaç defa su serptim bilmiyorum. Afyon yutmuş gibiydim. Mutfaktan mis gibi kızartma kokusu geliyordu. Ev sıcacıktı. Ama ellerim hala soğuktu, hiç ısınmazdı zaten. Siz deyin kansızlıktan, ben diyeyim yarim olmadığından.
"Erkencisin guzum? Rahat edemedin mi yoksa?"
Anneannem yanıma gelmişti. Yüzümü kurulayıp arkamı döndüm. Masumane, şefkat ve sevgi dolu gözlerle baktı bana.
"Rahat uyudum anneannem benim. Hem, bu mis gibi kızartma kokusuna dayanamadım hemen kalktım." diyerek kollarının arasına bıraktım yorgun bedenimi.
"Aman benim Selvi boylum, sunam, " dedi ve bağrına bastı. Hıçkırmak geldi içimden, ama kendimi tutmalıydım. Tuttum da. Dedem ve İbrahim uyanmış bizi izliyorlardı. Sonra dedeme sarılarak mutfağa geçtik.
Kahvaltı masası muhteşem görünüyordu. Her şeyden iki çeşit vardı. Zeytin, peynir, simit, reçel, bal, sosis,  biber kızartması, çay... Sofra kendine çekecek kadar enfes görünse de, içim almıyor, canım istemiyordu.
Kahvaltıdan sonra ben masayı toparlarken anneannem de kahve yaptı. Kahvelerimizi içerken İstanbul'dan annemlerden bahsettik.
Dedemin, "Hadi hazırlanın dışarı çıkıp dolaşalım." demesinin ardından daha beş dakika geçmeden İbrahim ile kapıda hazırdık. İlk önce Kültür Park'a gittik. Dede Bahçesinde salep içtik. Daha sonra Kule Site dedikleri AVM'ye gittik. İbrahim dedemle birlikte eve yiyecek bir şeyler aldı. Oradan çıkıp Şems'e gittik. İki rekat şükür namaz kıldık. Rabbim bizi hiç ayırmasın diye... Dedemin hoşuna gitmişti, bizi alnımızdan öptü.
Şems ile Mevlana'nın arası çok uzak değilmiş. Yürümek istesem de, dedem yorulur endişesi ile bu isteğimi dile getirmedim. Yemyeşil türbe... Ayağını basar basmaz o huzur içine alıveriyor seni. İçli içli duaya çekiyor insanı. Mevlana'nın hayatını birçok kez okumuştum. Mesnevisini de programda dinlemiştik. Aşkın diyarında, Mevlana diyarında andıkça andıracaktı bu sevda.
Dua ederek girdik ve dua ederek çıktık. Çok kalabalıktı, bilhassa turist çoktu. Kış engel değildi aşkın diyarına insanları getirmeye. Kadından çok erkek vardı. Kimi ellerini kaldırmış kapı önünde dua ediyor, kimi fotoğraf çekiyor, kimi tespih... Yekta'nın yaşıtları da vardı lakin hiçbirinin tipi, gülüşü, falan filan... Dikkatimi cezbetmiyordu.
Kalbe sevda düşünce, gözlerime yardan gayrına perde düştü! Neylersiniz payıma ayrılık düştü! Ayrılık düşünce hisseye; ruha sükut, gönle amenna, dile eyvallah düştü!





Sen, kim bilir rüzgarlı eteklerinde,
Kim bilir hangi iklimdesin...
Ben sensiz bu sessizlikte,
Deliler gibiyim!...

C. Zarifoğlu


AŞKIN BEDELİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin