Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Telefon elimde uyuyup kalmıştım. Hemen telefonu göz hizama kaldırıp Yekta'dan arama var mı diye baktım. Yorgun ve bitkin bir şekilde bıraktım kollarımı yatağa, ahh çekerek.
Yoktu! Yine yoktu! Toparlanmam lazım. Saate baktım. Geç kalacaktım. Yavaşça doğruldum yerimden. Doğru ya? Okul? Bir anda bütün hüzünleri süpürdüm gözlerimden. Yekta'yı okulda görecektim. Sonuçta karne günüydü. Mutlaka gelecekti. Kağıtta ne yazdığını ona sorardım. Ama ya beni yanlış anlarsa? Durumu izah edince anlardı beni. Ya anlamazsa, ya kırılırsa? Ya önemsemediğimi düşünürse? Yok, yok. Olumsuz düşünmemeliydim. Bir anda yüzüme mutluluk sıcaklığı yayıldığını hissettim. Heyecanla fırladım yataktan. Bugün son gündü. İstanbul'da da son günüm. Bugün en güzel kıyafetlerimi giymeliyim.
Çıktıktan sonra giyinmek üzere kıyafetlerimi hazırladım ve duşa girdim. Banyodan çıktığımda kendime gelmiştim. Üzerimi giyindiğimde annem çoktan kahvaltımızı hazırlamıştı. Evi mis gibi kızarmış ekmek ve çay kokusu sarmıştı. Her ne kadar içimi Yekta'yı görecek olmamın mutluluğu sarsa da, yüreğimi gidiş ve sonlar içten içe yakıyordu yüreğimi...
Babam da uyanmış, mutfakta annemle sohbet ediyordu. Odasından çıkan İbrahim çantasını vestiyere bırakıp annemlerin yanına gitti. Ben de fazla oyalanmadan kahvaltı masasına oturdum. Babam, annem, İbrahim ve ben, günaydınlar eşliğinde kahvaltıya başlamıştık ki, babam tedirgin bir ses tonuyla. "Hilal?" dedi.
Elimdeki zeytin tabağına uzattığım çatal havada asılı kaldı.
"Efendim babacığım?" dedim başımı babama çevirerek.
"Senin gözlerin niye şiş?"
Hay Allah! Nasıl da fark etmedim. "Haydi bakalım Hilal Hanım. Şimdi çık işin içinden, nasıl becereceksen." diye geçirdim içimden. Gece yaşadıklarımı anlatamazdım. Yorgunluktan desem, son hafta ders işlenmez neyin yorgunluğu diyecek. Hastayım desem okula göndermeyip hastaneye götürecek. Yekta'yı göremem. Bu fikir asla olmaz!
"Hilaaal?"
"Hı, efendim?" Korkuyla yerimden sıçradım. "Şey babacım. Gece uyku tutmadı. Kitap okudum biraz. Sonra müzik dinledim, şiir dinledim. Uykusuzluktan olsa gerek. Ama iyiyim merak etme sen." dedikten sonra hiçbir şey olmamış gibi kahvaltıma devam ettim.
"İyi bakalım öyle olsun."
Belki de babam bir şeyler olduğunu fark etmişti. Ancak babam her zaman zorla değil rızamla anlatmamı isterdi. Uzatmazdı hiç. Yine öyle yaptı.
Annem suskunluğunu bozarak, "Dün program nasıl geçti kızım? Sadece Nihal Hocanla mı gittiniz, diğer hocalar da var mıydı?" diye sordu.
"Evet annecim. Sadece Nihal Hoca vardı. Güzeldi, çok güzel."
"Neler anlatıldı?"
"Dünya üzerine konuşuldu. Sohbet baştan sona mükemmeldi. Hz. Ebu Bekir'in hal güzelliği, dostluk vs. Kamil Hocanın değindiği bir konu çok hoşuma gitti. " Dünya müminin zindanıdır. Allah'tan uzaklık zindandır çünkü. Zindana sadece suçlular atılmaz. Mesela Yusuf as suçsuz yere atıldı zindana. Bir de suçumuz yokken dünya zindanına atıldık Yusuf as gibi. Ama Yusuf as; kir, pis, rezil halde olan zindanı temizledi. Arındırdı tüm pisliklerden. İçinde oturulur, yatırılır hale getirdi.
Bizler de onun gibi yapacağız. Zindanımızı güzelleştireceğiz her gün farklı güzelliklere imza atarak. İki günü bir birine eşit olan ziyandadır büyütüyor efendimiz. Yirmi dört saatin hepsini doldurduk. Yarın ne yapacağız? Yarın da farklı şeylerle mi dolduracağız?
Hayır hayır. Böyle farklılık değil, bizim iki günü birbirine eşit olamamaktan kastımız, manen olmalı. Yani manen olgunlaşmalıyız. Yerimizde saymamalıyız."
Kamil Hocanın ağzından çıkan her şeyi eksiksiz anlatmıştım. Annemler kahvaltıyı bırakıp beni dinliyorlardı. Annem... Canım annem... Gözleri çil çil dolmuş, başını kaldırmadan beni dinliyordu.
"Bu kadaaaar...." dedim tebessüm ederek.
Babam tebessümüme karşılık vererek, "Keşke devamı olsaymış. Bunlar çok güzel şeyler. Sohbeti yapanın ilmi ve bilgisi çok derin olmalı. Konya da bu tarz sohbetler çok yaygın. Hatta bir öğretmen arkadaşım mesnevi derslerine gittiğinden bahsetmişti. Pir'in diyarında mesnevisini dinle. Çok faydası olacaktır. Aşkı her boyutuyla ele alan Mevlana, dünyayı çok güzel anlatır."
İbrahim hemen atılarak, "Ablamın dikkatini aşk çeker, sonra Konya çeker, aşk deyince deeee..." derken devamını getirmesine fırsat vermeden koluna çimdik attım.
"Sen bir sussana İbrahim."
İbrahim gülerek sözünün devamını kulağıma eğilip dalga geçerek fısıldadı."Yekta çekeeerrr"
"İbrahim kapa çeneni."
"Aman da benim utangaç ablam nasıl da sinirlenirmiş oy oy oyy." diyerek yanağımı okşadı.
Hafifçe tebessüm ederek bizimkilere baktım.
"Böyle çocuk olmaz, "
Babam İbrahim'e gülerek baktı ve "İbrahim ile başlarsınız. Bu yaşta mesnevi dersi alması ona her anlamda katkı sağlayacaktır." dedi.
İbrahim tekrar atılarak, "Ben ablamla derse falan gitmem." dedi.
İbrahim'e şakayla karışık cevap verdim. "Sen sus isyankar ergen. Orada bana sen sahip çıkacaksı." Biraz ciddi gibi görünerek devam ettim. "Yoksa beni tek başıma mı göndereceksin her gittiğim yere?"
Damarına basmıştım. Buna itiraz edemezdi. İçten içe güldüm cevabına.
"Takıldım kızım sana. Yalnız bırakır mıyım hiç. Tabi ki ben götüreceğim." dedi erkeksi havalarda.
İbrahim'in cevabına hep birlikte gülerek kahvaltımızı yaptık ve evden ayrıldık.Senden başka kimse,
Ama hiç kimse;
Yara bandı olamayacak,
Açtığın yaraya!
Öyle derin olacak ki attığın kesikler,
Hiçbir sevda kesmeyecek artık beni!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN BEDELİ
RomanceAşk illaki bedel ister. Ve payına mutlaka hasret düşer! Kişi sevdiği ile beraberdir.... 😍