FARUK'UN EMANETİ; ACI!
Bir hafta kendimi bilmeyerek baygın yattım hastanede. Gözümü her açtığımda bağırıp ağladığım için sakinleştirici ile uyutmuşlar beni. Kaç defa bağırıp ağladım, kaç kez kendimi parçaladım bilmiyorum. Sonucunda hep sakinleştirici...
Doktor kalp damarlarının tıkalı olduğunu, çok önceleri bir ameliyat geçirdiğini, ilaçlarla tedaviye devam ettiklerini ama artık bünyesinin ilaçları da kabul etmediğini söyledi. Doktor anlattı, ben dinledim. O anlattı, ben ağladım. Uykusuz... Aksi... Lanet biri olmuştum.
Olayın üzerinden neredeyse bir ay geçmişti. Bir türlü kendimi toparlayamıyordum. Hala gözyaşlarıma engel olamıyordum. Yüreğim yangın yeri gibiydi. Hele ağladığımda yankılanan son sesi..
Hilall... Hilalll deyişi... Tekrar tekrar aklıma geliyordu işte. Başımı yastığa gömüp hıçkırıklara boğuluyordum. Anneannem ve dedem odamdaydı. Sakinleştirmeye çalışsalar da başaramıyordum. Onları üzmemek için toparlanmam gerektiğini biliyordum ama engel olamıyordum bu gözyaşı sıtmalarına.
Diyen boşuna dememiş; "ölüm ile ayrılığı tartmışlar, iki dirhem fazla gelmiş ayrılık."
Gönlüm yorgun, hiçbir şeyi kaldıramıyorum. Gecelerim yorgun, hasreti taşıyamıyorum. Loş lambalar altında, elimde kitap, aynı şarkı, aynı hüzün vardı. Bir nihavent makamında kendimden geçiyor, tek bir notanın ağırlığını dahi kaldıramıyorum!..
Odama çekilip uzandığımda gözlerimi kapatıyordum çünkü göz kapaklarımın yorgunluğunu da kaldıramıyordum... Üşüyordum... Titriyordum... Üzerime yorganı örtüyor ama çok geçmeden "Çek!" diyordum anneanneme. "Çek! Kuş tüyü yorganı da kaldıramıyordum."
Ne şirinden ne Ferhat'tan farkım kalmamıştı. Ayrıklar da piştim... piştim... Yerimden yavaşça doğrularak masanın üzerindeki kalemi ve defteri alıp yazmaya başladım. Aşığın, yanmışın derdinden kim anlarsa ona yazdım... Hem ağladım.. Hem düşündüm.. Hem yazdım...
Ah! Leyla... Uzaklardan... Çok uzaklardan yazıyorum sana... Ayrılığı, Hasreti, Vuslatı ve serzenişleri kalemime dolayıp, bütün harflerin ağırlığını, bu yazının omuzlarına yüklüyorum. Alt üst olan bir gönülden yazıyorum sana...
Madem aynı dili değil, aynı duyguları yaşayanlar anlaşıyor, madem her söz muhatabına söyleniyor ve madem aşk; o acıyı tadana, halden anlayana anlatılıyor, o halde; Anla beni sevda mevsiminin nadide çiçeği! Mecnun'un zemzemi! Boynumda asılı duran söylenmemiş sözleri anla... Ömrümde ki sükutun altında gizlenen feryadı anla. Dudaklarımdaki susuzluğu anla.
Akıllara "aşk" denince gelensin madem; o halde; Adına anlam yüklenmeyen, bir adı acı, bir adı bal, bir adı çaresizlik, tutku, sabır, TESLİMİYET olan; boğazlardaki hıçkırık olan, şiir gibi hüzün, roman gibi uzun olan, dahası; En büyük imtihan olan gönlümü, aşkımı anla Leyla!
Sen değil misin Mecnun'u mecnun eden? Sen değil misin Mecnun'u benlikten kurtaran? Sen değil misin Mecnun'u en iyi anlayan? O halde; Dua, dua yelken açılmış gönlümde, Dalga, dalga yayılan sevdamı anla! Anla ki; Ney misali dağlanıp ahuzar oldum... Gönül dünyam yıkıldı, tarumar oldum... Aşkın zelzelesi ile alt üst oldum!
Ah! Leyla... Gördüm ki, her gönlün harcı değilmiş sevda. Kirli gönüllere temiz sevdalar düşmüyormuş. Ney misali içinin oyulması gerekiyormuş önce. Sonra; Nasıl ki kamışlıktan koparıldıktan sonra Ney'i yanmaya bırakıyorlar, gönlü de aşka adamak için yakıp kavurma gerekiyormuş. Nasıl ki öz vatanından ayrılınca sesi çıkmaya başlamışsa Ney'in, Yardan ayrılınca da sesi çıkmalıymış aşığın!
Anladım ki, ayrılıklar olunca yanık sesler çıkıyor. Ama şimdi görüyorum ki, Sevdalar "ilişkisi var - ilişkisi yok" ile kalıp gidiyor. Bırak ayrılık ateşiyle yanmayı, Yare "Gitme!" demekten bile aciz olmuş diller.
Ah! Leyla... Şimdi şehvetin adını "aşk" koyar olmuşlar. Aşk ile şehvetin arasında dağlar kadar fark olduğunu bilmiyorlar. Bilmedikleri gibi de yaşıyoruz zannediyorlar! İnsanı gönlen mertebe yükselten, ham kişiyi pişiren, ve karanlık gönüllere meşale olan aşk, o kadar dillere düşürüldü ki; Eminim aşkın dili olup konuşmaya başlasa, bir ömür boyu feryat eder dururdu, "Ne hallere düşürüldüm" diye!
Artık senin gibi aşkını içine atıp, Aşkı susan ne dil, ne de gönül kaldı Leyla. Artık aşk denince akıllara titreyen gönül, İnim inim inleyen tatlı duygular, gözlerden damla damla süzülen yaş, derinde ki acı, dahası; Akla sen gelmiyorsun Leyla! Şimdi meydan; tutkuyu, hırsı, enaniyeti, günahı, aşk diye tanumlayanların meydanı haline geldi! "Aşk yoktur! Aman aşk mı uzak dursun!" diyenlerin meydanı haline geldi! O tertemiz aşkını unuttular Leylammm... Ve seni unuttular Leylamm...
Seviyoruz zannedip, sevdiklerinden gelen her acıya katlanamayan, Aşık görünümlü insanlar görünür oldu senin dolaştığın yerlerde! Bir hikayen dolanır dururdu bir zaman dillerde ;
Mecnun Leyla'yı görmek için bahaneler ararken, bir gün Leyla, fakirlere aş dağıtmak için dört yana haber salar. Ve kazanın başına kendisinin geçeceğini söyler. Bunu duyan Mecnun durur mu? Elinde küçük bir tas, herkesin durduğu yere sıraya geçer. Herkese çorbayı dağıtan Leyla, sıra mecnuna gelince, kepçeyle Mecnun'un kafasına hızla indirir! Bunu gören kalabalık kahkahaya boğulur. Mecnun rezil oldu diye..
Mecnun ise, sevinç çığlıkları atıp oynamaya başlar. Bunu gören kalabalık; "Yahu Mecnun, Leyla seni rezil etti. Kimsenin yüzüne bakamayacağın yerde kalkıp oynuyorsun? İyice delirdin sen," dediklerinde, Mecnun o müthiş noktayı koyar sözlerine ve der ki; LEYLA BENİ SEVİYOR! KİMSEYE MUAMELE ETMEDİĞİ ŞEKİLDE BANA ETTİ. BANA FARKLI DAVRANDI. LEYLA BENİ HERKESİN İÇİNDE FARK ETTİ!...
İşte Leyla... Sen ki; Mecnun'u Mecnun edip, Senden gelen her ıstıraba sevindirensin. Şimdi de hele bana? Sevdiğinden gelen en ufak bir sözü kaldıramayıp, küçük bir sarsıntı da çekip giden, O aşktan bahseden, Aşık görünümlü zavallılara ne demeli?!
Ah! Leyla... Her şeye zam geliyor. Her şeyin değeri artıyor da, bir sevdaya zam gelip muhabbetler artmıyor. Aşkların değerini düşürüyorlar Leyla!
Görüyorum ki, Aşkı alet ederek, nefislerini sevindirmek mutlu ediyor herkesi. Anladım ki; O tertemiz duyguya, nefsi beklentileri sürmeleri, şimdi daha çok utandırıyor, perişan ediyor beni!.. Gördüm ki; kimileri aşkından şikayetçi. Kimileri "dert" der olmuş o müthiş duyguya, kimileri de illet! Anladım ki; Aşksızlık gönüllere aşktan fazla dert!!! Anladım ki; Aşksızlıktan merhametsizlikten doğuyor! Ben'i doğuyor! Sabırsızlık doğuyor! İsyan doğuyor!
Ne acı, ne acı ki, "Dert" derler aşk dediğim zaman. İNSAN HİÇ GÖNLÜ TERBİYE EDEN O DERYAYA, "DERT" DİYE BAKAR MI YAHU!!!
Aşk o ki; Bazen mey gibi başı hoş kılar, bedeni sarhoş. Derler ya, aşığa laf anlatılmaz diye? Hiç sarhoşa laf anlatılır mı Yahu!!? Sebeb-i aşkından dolayı dillere düşene Mecnun derler ya? Deli derler. Kendini bilmez derler ya? Bunu yine en iyi sen bilirsin Leyla. HİÇ, LEYLA UĞRUNA, AŞKI UĞRUNA KENDİNDEN GEÇİP, BENLİK PERDESİNİ YIRTANA "DELİ" DENİR Mİ? HER DELİYE DE "MECNUN" DENİR Mİ!?
Çevresi surlarla çevrili büyük bir kaledir gönül. Öyle her önüne geleni "Mecnun'um" diye almamalı içeri. Önce YAR demesini bilmeli Mecnun dediğin. Sonra pişmemiş, yanmalı... Mecnun dediğin ; Aşılması zor duvarlar var deyip vazgeçmemeli, yorulmamalı. Görüyorum ki; Açık kapılardan girmesi kolay, çıkması da kolay. Anladım ki; Kolay değil maşukun gönül kalesini fethedip, en güzel köşeye sahip olmak. Yar'dan gelen her tehlikeye, her söze kalkan olabilecek gönül taşımakmış marifet. O kapıdan girmek için can atmak ve gerekirse, O kapıda can vermekmiş!
Ah! Leyla... Her zaman tatlı değilmiş aşk. Bazen ta içine alev, alev yakar acı yudumlatırmış. Hem acı olsa ne yazar ki? Aşkın en güzel hali, o zehirden gizli değil midir? Şikayet etmeyerek o zehirdeki gizli tartan nasiplenmek gerekmiş! Ah! Leyla.. Gördüm ki; yazıklarımdan geriye sadece aşk kırıntıları kaldı. Sözden Öz'e süzülmedi yazılanlar.. Anlamadı! Anlamayacakda muhatap kulaklar! Gönlüme batıyor şimdi bu kırıntılar. Toparlayacak bir mecnun bulamıyorum...
Anladım ki; Yazmaktan öte anlatmak gerekmiş. Anlatmaktan öte de, yaşamak gerekiyormuş sendeki aşkı. Yaşamak ve gönüllere akmak...
Ah! Leyla.. Söz senden yana olunca, Sö aşktan yana olunca, ağır geliyor yazılan her şey dakikalara... Zamana... Ağır geliyor düşüncelerime... Satırlara... aciz düşüveriyor harfleri.
Şimdi, duygusal bir fon eşliğinde, sızlayacak indi yanaklarımdan gözyaşlarım. Sızıp kalmak mıydı bu bendeki Leyla??? Damla damla yağarken yeryüzüne yağmur, ıslanan toprağın canı yanar mı bilemem, lakin; Gözyaşlarımın sızısından, içimin alev, alev yandığını, Feryat figan ettiğini duyuyor, hissediyor bedenim!.. Bir yanım bahsettiğim insanlar gibi aşkı şikayet eder. Sanki her şeyden yorulmuş, derman ara gibi ;
"Deva baba bana söyle. Bu bendeki hal ne böyle? Çektiğimiz onca çile, reva mı söyle?" ezgisinde yanıp, dizelerini sıralarken, Istırabıma ıstırap eklerken, diğer bir yanım da, daha çok yanmak, hiç olmak ister gibi;
"Beni öldürmeye aşkın gönder sevgili," ezgisini koyuyor gönlüme, sürüyor dilime. Ve daha çok harlanıyor gönül ateşim! Ah! Leyla... Ah! Görüyorum ki; Ne insanların aşka temiz anlamlar yükleyip yaşayacak kadar gönülleri derya, Ne de benim aşkı anlatacak kadar kalemim güçlü.
Sus Leyla.. Madem kuru söz değil de yanık öz lazım, Sende sus, ben de! Aşkın kabul vakti gelene dek, dilimde bir ahh... İçimde bir sızı... Gözlerimde acıklı bir bakış olarak kalacak aşk. Ve halimi sen bileceksin! Öz'ün sahibi yar bilecek. ALLAH BİLECEK!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN BEDELİ
RomanceAşk illaki bedel ister. Ve payına mutlaka hasret düşer! Kişi sevdiği ile beraberdir.... 😍