Saatler sonra eve geldim. Halim perişandı. Çantamdan anahtarımı çıkarıp sessizce kapıyı açtım. Ellerim morarmış, tir tir titriyordum. Hiç ses çıkarmadan odama girdim. Annem salonda olmalıydı, beni görmesi mümkün değildi. Vücudumun her bir zerresi odun yemiş gibi ağrıyordu. Üzerimi değiştirip banyoya geçtim. Ellerimi yüzümü yıkarken birden yanımda annem belirdi. Gözleri korkuyla açılmış beni omuzlarımdan tutup silkelerken bir yandan da, "Hilal! Hilal senin neyin var yavrum? Ne oldu sana meleğim?" diyordu.
Derin bir nefes alıp yutkundum. Ağlamamalıydım, üzmemeliydim annemi. İyi de şimdi ne söylemeliydim? Fazla soru sorsun istemiyordum. Konuşacak hiç halim yoktu. Yalan söylemeyi sevmiyordum. Söyleyeni de sevmiyordum ama şuan gerçeği söyleyemezdim. Elini tutup omuzlarımdan indirdim. "Bir arkadaşı kaybettik, ona çok üzüldüm. Sınıfımızdan yakın bir arkadaş olduğu için çok dokundu."
"Allah yakınlarına sabır versin. Üzülme yavrum benim. Hepimiz er geç öleceğiz. Hem sen bugün kahvaltıda söylememiş miydin; " Dünya müminin zindanıdır" diye. Rabbim sevdiği kullarını erken alıyor işte."
Beni teselli etmeye çalışıyordu ama benim kulaklarım artık sonrasını duymuyordu. En son, "Odana geç biraz dinlen yavrum, ben yemek hazır olunca seni kaldırırım." dediğini duydum.
Odama geçtim, bu benim için kurtuluş olmuştu. Biraz daha yanında kalacak olsaydım, dayanamayıp yere yığılacaktım. Kuş tüyü yatağı bile kaldıracak durumda değildim... Öyle bir suskunluk, öyle bir gidişti ki, bırakın yataklara düşmeyi insanın ölesi geliyordu. İnsanı zıvanadan çıkartan suskunluğumu bozarak çıktım odamdan. Anneme seslenirken sesim titriyordu.
"Anneee..."
Odasından çıkıp geldi annem. "Efendim kızım?"
"Valiz isteyecektim."
Annemin kilerden getirdiği valizi almak için uzandığımda elim annemin eline değdi. Anında yüzünde endişeli bir ifade beliren annem bileklerimden kavradı.
"Sen donmuşsun kızım. Hala ısınmamış ellerin. Gözlerinin altı mosmor, yüzün sapsarı. Sıcak çay var, hemen iç de içini ısıtsın. Sonra da mutlaka hastaneye gidelim."
Ne halde olduğumu bilmiyordum, sadece üşüdüğümü hissediyordum. Fakat annemin endişelenip telaşlanmasını istemiyordum.
"İyiyim annem benim. Şimdi bir bardak çay içerim hiçbir şeyim kalmaz."
Annem bana çay hazırlamak için mutfağa gidince ben de sıcak suyun iyi geleceğini düşünerek banyoya yöneldim. Aslında rahatlamakta istemiyordum ama annemleri üzmeye hakkım yoktu.
Uçağa binene kadar belli etmemeye çalışmamalıydım. Duştan çıkıp üzerimi giyindim. Saçlarımı tarayıp kuruladım. Yüzüme pudra ve kapatıcı sürdüm. Biraz da olsa toparlanmıştım. Babam ve İbrahim'in geldiğini duydum. Her ne kadar kapatmaya çalışsam da gözlerimin altındaki morlukları, yüzümdeki hüznü kapatmaya ne krem vardı, ne çare. Yanlarına gittiğimde babam endişeli bir ifadeyle yüzüme baktı. Fakat bir şey söylemeden yemek masasına oturdu. Tahminime göre ifademi yemekten sonra alacaktı.
Yemekten sonra salona geçtiğimizde, günün yorgun geçtiğini, bir arkadaşımızı kaybettiğimizi, o sebepten üzüldüğümü, ayrıca okuldan ayrılmanın hüznünün de olduğunu söylemek zorunda kaldım. Daha sonra birlikte valiz hazırladık. Odamdan çıkarken son kez geri dönüp baktım. Bakışlarımın değdiği her yerin anısı hatırası canlandı gözümde.
Yekta ile şu yatakta mesajlaştım. Şu askının başında konuştuk. Yarışmaya giderken şurada telefonunu açtım. Ve Yekta'nın verdiği kağıdın parçalarını bu vestiyerin önünden topladım!
Yekta'lı hatıralara kilit vurarak havaalanına gitmek üzere evden çıktık. Koskoca bir hiç uğruna çok kanayacaktı bu yara. Yolculuklar her zaman ayrılıkları hatırlatır bana. Bu yolculuk sızı üstüne sızı, acı üstüne acı ve yara üstüne tuz gibi geldi. En iyi bağrım biliyordu, onun ayak izlerini.
Hareket saati yaklaşınca annem ve babama sımsıkı sarıldım. Haftaya görüşecek olmamızın rahatlığı nedeniyle içimde bu ayrılığın ağrısını hissetmiyordum. Babam gözyaşlarını saklamaya çalışıyordu. Annem, öyle ağlıyordu ki, sanki bir daha hiç görüşmeyecekmişiz gibi. Biraz geri çekilerek annemin elini öptüm.
Sıra babama gelmişti. Elini öptüm. Koca adam öyle bir sıkı sarılmıştı ki, bu son ayrılık mı diye geçirdim içimden. Kavuşmasız son ayrılık! Öyle bir haldi hissettirdikleri.
"Haftaya görüşürüz" diyerek ayrılırken ailenden, İbrahim'in annemin göğsüne yaslanmış gözyaşı döktüğünü gördüm. Elini tutup kendime çektim.
"Yapma İbrahim. Haftaya gelecekler nasılsa canımın içi."
Verdiğim teselliye hıçkırık sesiyle karşılık geldi. Hala ağlıyordu. Onun ağlamasına dayanamıyordum. Zerre acı kaldıracak halim kalmamıştı. İşte bittiğim an! Hep bu sonlar, hep bu ayrılıklar mahveder, ağlatır beni...Bilmiyorum neredeyim, ne haldeyim, ben kimim?
Ayrılırken kimliğim adresim sende kalmış.
Tebessümü yüzüme çok görüyor matemim,
Güldüğümü gösteren tek resim sende kalmış!Akların kaybolduğu, rengin ahenk bulduğu,
Toprağın kadehine ab-ı hayat dolduğu,
Bir gül için bülbülün saçlarını yolduğu,
Aşkın harman olduğu o mevsim sende kalmış!Nerde o çocuksu, şımarık hallerim,
Saçlarına hasreti tanımayan halledin,
Rengarenk rüyalarım, tozpembe hayallerim,
Sevincim, hevesim sende kalmış!...
Dostlarda muhabbeti kestiler, lüzum da yok.
Zaten senden ziyade sohbetim, sözüm de yok.
Sen dönmeden kimseye bakarak yüzüm de yok.
Aynalarda kendimi göresim sende kalmış!Allah'ım düşmanımı düşürmesin bu zaafa.
Sanki her noksanımı mecburum itirafa.
Hangi şarkıya girsem notalar do re mi fa
Sol diyorum sana sol, la sesim sende kalmış!Gel, gel rabbine borcunu teslim etsin bu yürek.
Tez gel ki enkazımı kapatsın kazma kürek.
Kelime-i şahadet getirmem için gerek,
Son diyorum sana son, son nefesim sende kalmış!
Cemal Safi
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN BEDELİ
RomansaAşk illaki bedel ister. Ve payına mutlaka hasret düşer! Kişi sevdiği ile beraberdir.... 😍