Yirmibirinci Bölüm

94 4 0
                                    

Acılarla yoğurulup geçen 5 yıl. Evlenmiştim gelen ilk görücüyle. Eşim  Faruk, ünlü bir iş adamıydı. İbrahim evlenmemi istemese de, artık zamanı gelmişti. Faruk her şeyi bilerek beni kabul etmişti. Ailemi... Yekta'yı ve onu hala içimden atamadığımı bile bile... S. Ü Edebiyat Fakültesi'ni başarıyla bitirdim. Sınavdan aldığım yüksek puanla o sene atanmam kolay oldu. Görev yaptığım lisenin Konya'da olması anneannemleri rahatlatmıştı.
Sıkıntılar orada da peşimi bırakmadı. İnsanlara kendini ne şartlarda ve konumda olduğunu anlatamıyorsun.
Okul müdürü iyi biriydi. Eşim Faruk'un da arkadaşı olmasından dolayı yabancılık çekmedim. Öğrenciler zeki ve uyanıktı. Eğer enerjilerini derse verselerdi, il birincileri mutlaka bizim okuldan çıkabilirdi.
Okula başlar başlamaz Müdür Bey, Meram bölgesindeki üniversitede seminer vermek için beni görevlendirdi. Konu "Gençlik ve Aşk" üzerineydi. Semineri verecek olan Mehmet Hoca annesini acile götürdüğü için okulda tek edebiyatçı ben kalmıştım. İlk kez seminer verecektim.
Müdür Bey, "Hocam ilk defa seminer vereceğini biliyorum ama Faruk'un anlattığına göre yazılarınız varmış. Kırk beş dakika konu üzerinde konuşabilir misiniz?" deyince onu kıramadım.
Öğle yemeğinden hemen sonra seminere katıldım. Öğrenciler pırıl pırıldı. Çoğu büyük ihtimalle benimle aynı yaştaydı. Kimi açık kimi kapalı, kimi sessizce konuşmayı başlatmamı bekliyor, kimi yanında kız arkadaşı ile şakalaşıyordu. Ortamda her tip öğrenciden vardı.
Öncelikle selam vererek kendimi tanıttım. Edebiyat öğretmeni olarak yeni atandığımı, yaşımın yirmi beş olduğunu, İstanbul'dan geldiğimi... Kısa bir hal hatırdan sonra yavaş yavaş girmeye başladım.
Besmeleden başlayalım muhabbetimize.. Hepimiz mutlaka günün her hangi bir diliminde dilimize süreriz. Allah'ın adıyla der işimize başlarız. Bayan Sanatçının (!) biri Besmelesiz sahneye adım atmam dedi. Bakın şimdi. Besmele ve binlerce insan karşısında sahne. Sen Besmeleyi gönülden desen, hissederek, sahneye çıkabilir misin?
Dilde değil, bunu içimizde idrak edeceğiz. Yoksa boş! Bu Besmelenin idrak edilmemiş hali işte. Bir de dedikoducular var. Görseniz besmelesiz iş yapmazlar ama iki üç kişi bir araya gelmeye görsün. Dilin kemiği yok(!) değil mi? Bırak gitsin.
Gönülde azizim! Gönülde bitiyor her şey. Aşk lazım aşk! Aşkı körükleyecek de özlem lazım. Biz dünyaya özlemek için, ayrıldık elest bezminden. Sonra ana rahminden. Zaman geldi anadan ayrıldık.
Kalbinin cilalanmasını, dilinin temizlenmesi istiyorsan, Aşık olacaksın. Kalpte aşk varsa, orada bir çok şey zuhur eder emin olun. Mesela merhamet. İnsan sevdiğinin yarattığına merhametsiz yaklaşabilir mi? Sevdiğine kıyamıyorsa, sevdiğinin eserine de kıyamamalı. Bunun idrakinda olunsa, bugünkü cinayetler, intiharlar olur muydu?  "Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü." sözünün idrakinda olunsa, dedikodular, nefretler, kinler, intikam duyguları sadır olur muydu kalplerde?
Kuru sözden ibaret hep seviyorumlar... Sorsak; seviyorum Allah'ı deyiverir hemen herkes. Ama öte yandan, sevdiğinin eserine, yarattığına, burun kıvırır. Kimi dedikodu eder sevdiğinin yarattığının arkasından konuşur, kimi içinde kin tutar, kimi intikam peşinde koşar, kimi boş heveslere kapılıp anayı babayı üzer. Bu duyguları beslediğin insanlar kim bir düşün? Rabbinin eseri. Sevdiğinin(!) Eseri.
Aklımızı başımıza toplamamız şart! Biz günahkara değil, günahına kızacağız. Dikkat edin bu ince çizgiye!
Hem; ya kırdığınız, incittiğiniz gönlü Allah seviyorsa? Korkun bir gönlü kırmaktan, korkun! Hüzünlerin sebebi olmaktan korkun! Kalpler Allah'ın mührünü vurduğu yerdir. Kin tutup, sağlıksız ve ham düşüncelerle kalbinizi de aklınızı da kirletmeyin! Kirli testiden temiz su akmaz dikkat edin.
Sevdiğinizi veya sizi seveni kırmaktan korkun önce. Sözüm şimdi şu "aşk yoktur" diyen mantık savunucularına; Söz konusu aşksa, akıllarını biraz inzivalarda susturuversin bir zahmet mantık savunucuları!
Mevlana ne diyor iyi açsınlar gözlerini ve unutmasınlar bu sözü; "SEN AKLINI GÖNLÜNE KURBAN ET!"  Aşk akılda değil, kalptedir. İkisini aynı anda kullanamazsın. Merhamet gönüldedir. Merhamet nazarı ile bak her şeye. Sevdiğine özellikle. "İyi de çok kırıyor, çok üzerime geliyor, çok sitem ediyor kıskanıyor" diyecek şimdi bazılarınız.
Bundan güzeli var mı? Seven, sevdiğinin sitemine, kahrına katlanmaktan haz almalı. Eğer karışıyorsun sana, sahipleniyordur. Rabbimiz de bize şunu yapmayın, bunu yapmayın, şundan sakının diye Kur'an'da açıkça emretmiyor mu? Sevinin şimdi siz. "Sevdiğinizin (cc) yarattığı sevdiğiniz, size sevdiğiniz (cc) gibi yaklaşıyor..."
Hadi yariniz umursamasa? İlgilenmese? Sevdiğinizden gelen çile ve imtihanlar külfet olmamalı size. Sevmese karışır mı size? Sevmese kaş çatar mı? Nimet o yüz çevirmesi, nimet! Sevmese yüz çevirip tavır alır mı? Bu umursayıştır. İnsan sevdiğine kaş çatar bilesiniz. Kırılmayın sakın sen böyle yapıyor diye. Kırmayın. Gönlünüzdeki yeri sağlamsa, bilin sadık kalmayı o yare. Gözleriniz düşmesin başka gözlere. Boynunuz düşsün yere, gönlünüz aksın yare.
Uzaklık olmasın bahaneniz. Ki gönülde ise, ırak da değildir zaten gözden. Hep gözlerinin önündedir. Hem uzak olsa ne yazar? Hasret kaldıkça olgunlaşırsınız aşkla. Sıkıntı çekmeden, hasret düşmeden payınıza, yükselemezsiniz mertebe-i aşkta!
Aman vay efendim mesafeler var arada. Vay efendim bana şunu dedi bunu dedi. Vay efendim beni ihmal ediyor  diye ayrılacaksanız sevdiğinizden, aşığım diye dolanmayın ortalarda! Kusura bakmayın da, siz oyun ile aşkı karıştıran zavallı bir figüransınız kendi çizdiğiniz oyunda. Aşık olanın beklentisi olmaz maşuk olandan.
Yok, efendim mantıklı değilmiş uzaktaki birine aşık olmak. Veya sevdiği uğruna yaş akıtmak, Yanmak. Sen; aşkını gönlüne değil, başına(!) toplayan aşık görünümlü mantık ustasından başka sıfatta değilsin nazarımda!
Tabii ki yanacağım aşıksam! Tabii ki acı çekeceğim. Bırak! Bırak dağlansın yüreğim - ki acıya alışsın, hüzne alışsın da sükutu öğrensin. O sükut beni inzivalara çeksin. O inzivalar bana sabrı öğretsin. O sabır bana sessiz sedasız yanmayı öğretsin. O yanış da bana sadakati öğretsin! Yar'dan gelene yara olarak değil de, deva olarak bakmayı öğretsin.
Aşk şart azizim şart! Hele o yanmak var ya yanmak... Her türkü de, her ezgi de, her şiir de ağlamak. Yanmak. Tükenmek.
Hasta mısın hocam sen demeyin bana. Yar sayesinde seviyor yanmayı insan. Acıyı seviyor. Acıya alışıyor. Aman bana şöyle dedi böyle dedi diye, sevdiğini (sananlar) bırakanlar bilmez bu tadı. Acıda gizlidir bu tat. Mey gibi... Başı sarhoş, gönlü hoş kılar.
İşte siz, böylesi bir kalpte enaniyet bulamazsınız! "Ben, ben, ben" demez. "Yar, yar, yar" der. Benlik perdesini yırtıp hiçliğe yol almaktır Aşk. Kelebek misali o ateşe bilerek uçmaktır. Bilerek yarin ateşinde yanmak ve benlikten sıyrılıp yok olmaktır. Ve küllerinden yenilenmektir. Sevgilidir sevgiye ait her şey sevene.
Mesela göremezsin sevdiğini. İmtihan budur ya? Mesafeler düşmüştür payına. Görmezsin ama hasreti canlı tutarsın. Çıkartmassın aklından. Ama yarinin şehrinin plakası bile güldürür yüzünü. Onun şehrine ait her şeyi seversin. O şehri güzellikleri için değil. Sırf içinde yar var diye seversin.
Kimisi bir kişiyi yüreğinde taşıyamaz bırakıp gider umursamaz. Kimisi de bir kişi için koca bir şehri yüreğinde taşır!
Kızsa da, ihmal etse de, senden uzaklaşmasın diye hesap bile sormazsın.
Birde siz, onun sevdiği her şeyi seversiniz değil mi? Seve seve onun gibi olursunuz. Aynileşmek diyoruz biz buna. Sevdiği yemeği, dinlediği parçaları, sevdiği rengi, tuttuğu takıma kadar her şeyi. Onun kullandığı kelimeleri kullanırsın. Farkında ola ola "o" olursun.
En güzeli de, sevdiğin seni sevdiğine yaklaştırıp şükrüne sebep olur! Dersin ki; Rabbim, dünyada cenneti lütfettiğin için şükürler olsun sana! "Ne güzel bir müşabehet bu. Ne güzel bir aşk. Şimdi ben nasıl sıradanlaştırıp" Yok!" derim bu duyguya..."
İşte böyle derde de aşka da eyvallah çekip sabredenler, her şeye rağmen şükredenler var ya; gönlü kıymetlidir. Nazarımda en güzel aşık onlardır.
Duha ile duama katıktır onlar. Allah size gönlünüzdekini verip sizi hoşnut kılsın. Allah gönle köstek değil, destek olacak sevgiler lütfetsin.

&

Seminer bittiğinde çok şükür eleştiri almamıştım. Zira çok açık konuştum. Ayakta alkışlandım. Hepsinin yüzünde Derin bir mutluluk ifadesi vardı. Ben konuşurken salonda çıt çıkmamıştı. O kadar çok beğenmişler ki Müdür Bey'den devamı için rica da bulunmuşlar. Bu elbetteki beni çok mutlu etmişti. Çok şükür Rabbim utandırmamıştı.
Müdür Bey okula dönene kadar teşekkür ederek beni çok mahcup etti. Bu kadar teşekküre lüzum yok dediğimde  ise "Olur mu Hocam? Herkes çok beğendi. Bu bizim için çok önemli." dedi.
Okula döndüğümüzde son dersim başlamak üzereydi. Her gün ders bitiminde iki saat okulda kalıyor, öğrencilere ders anlatıp sınava hazırlıyordum. Aysun isminde bir öğretmen arkadaş vardı. Okula ilk geldiğim gün sımsıcak gülümsemesi ile beni karşılayan o olmuştu. Fen bilimleri öğretmeniydi. Genellikle ders çıkışları öğrencileri çalıştırmak için onunla birlikte kalırdık.
Hakan Bey vardı, Türkçe öğretmeni. İstanbul da tamamlamış öğrenimini. Tayini buraya çıkınca, ev tutup hayatını burada devam ettirmeye başlamış. Renkli gözlü, uzun boylu, dalgalı saçlı... Tahmini 24_27 yaşları civarındaydı. Boş ders  saatlerimiz denk geldiği zamanlar öğretmenler odasında tek kalırdık. Ben ya kantine, ya da dışarı çıksam da, muhakkak sonrasında gelirdi arkamdan. Temiz biri gibiydi. Kimseyi rahatsız eden de bir tavrı olmamasına rağmen, bana karşı bakış ve takipleri beni tedirgin ediyordu. Aylar geçmesine rağmen bakışları ve tavrı değişmiyordu.
Aylardan Hazirandı. Aysun ile yine ders sonrası okulda kalmıştık. Artık okulun son günlerine yaklaşmıştır. Bu yüzden öğrencilerle daha çok ilgileniyor, her gün okul çıkışlarında sorularını cevaplıyorduk. O gün ortalama yirmi kadar öğrenci vardı. Ders bittikten sonra öğretmenler odasına geçtim. Aysun'un dersinin bitmesine daha yarım saat vardı. Yorulmuştum. Okulda sınava hazırlanan öğrenciler, Aysun ve benden başka kimse kalmamıştı.
Dolabımdan bardağımı aldım ve su sebilinden sıcak su doldurdum. Boğazım kurumuştu ve hafifçe ağrımaya başlamıştı. Odanın sessiz olması, kimselerin olmaması beni rahatlatıyordu. En azından Hakan yoktu.
Okul sıcak olduğundan üzerimdeki beyaz önlüğü çıkardım. Beyaz gömleğimin düğmesinin en üstünden ikisini açtım. Çok terlemiştim. Tamı esnada bir el hissettim ensemde. Hızla başımı arkaya çevirdim.
"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz!?"
Hemn gömleğimi ilikledim. Göz göze geldik, ateş saçan bakışlarından utanarak başını öne eğdi. Gözleri dolu doluydu. Aslında ürkütücü yanı yoktu. Masmavi gözlerini gölgeleyen uzun, kıvrık kirpikleri ve temiz, bakımlı haliyle çok yakışıklı görünüyordu. Bu defa bakışı çok masum, çok candan ve çok utangaçtı. Ben evliydim. Anlaşmalı bir evlilik olsa bile bakışımla bile ihanet edemezdim Faruk'a. Çekinerek ve kendinden emin konuşmaya başladı Hakan.
"Hilal Hanım, çok özür dilerim sizi rahatsız etmek değildi amacım. Kapı açık olunca içeri habersiz girdim, fakat kapıyı tıklatmam gerekirdi. Beni affedin. Sizi görünce..."
Lafını keserek, "Mümkünse bir daha aynı şey olmasın, Hakan Hocam." dedim.
"Hilal Hanım, yeri ve zamanı değil belki ama sizinle konuşabilir miyiz? Müsait bi zamanda?"
Hala kaşlarım çatıktı.
"Ne için?"
"Özel şeyler. Hali perişanımı burada dillendirmek hoş olmasa gerek."
Uzatmanın alemi yoktu. Konuşmak istemiyordum. Belli ki evli olduğumu bilmiyordu. Oysaki ne umutlarla gelmiştim okula. Böylesi bir huzursuzluk olacağını hiç düşünmemiştim. Şimdi evliyim desem, ertesi gün birbirimizin yüzüne nasıl bakacaktık? Umurumda değildi. Muhatap olmaya da lüzum yoktu zaten.
Ümitlendirmemek adına, "Hakan Hocam, ben evliyim." dedim.
Evliyim olduğumu duyduğu anda yüzü renkten renge girdi, çok utanmıştı. Defalarca özür diledi. Hatta  istersem, hatasının bedeli olarak okulu bile bırakacağını söyledi. Bakışlarından kesinlikle yapacağını anlamıştım. Öylesine mahcup, öylesine pişmandı ki.
İnsan gönlünde hiasettiklerine engel olamıyordu. Bilemiyordu işte kimi sevdiğini. Onu biraz olsun rahatlatmak adına, bugünü unutacağımı söyledim.
Lafi fazla uzatmadan da çıktı zaten. Çok utanmıştı... Çok geçmeden Aysun geldi. Nefes nefese içeri girdi. Önlüğünü çıkarıp askıya asarken; "Ay Hilal Hocam, çok yoruldum." dedi.
Biraz önce olanları unutmaya çalışarak tebessüm ettim.
"Belli belli. Köpek kovalamış gibi geldin. Kahve var içersen hocam?"
"Yok, canım içmeyeceğim hadi çıkalım. Bu yorgunlukla oturursam bir daha kalkamam."
Hazırlanıp çıktık. Yoğun ve yorucu bir gün daha bitmişti. Bu okulun beni Yekta'dan yana ilerde mutlu edeceğini bilsem, yorgunluklarım panzehir gibi işlerdi içime...




AŞKIN BEDELİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin