Jung Hoseok, çalıştığım kahve dükkanına öğleden sonra bir veya iki gibi gelirdi. Aylardır bu dükkana uğruyordu ve geciktiğine daha önce hiç şahit olmamıştım.
13 Ekim 2021'e kadar.
Önceki akşamın dersleri yüzünden normalden biraz daha yorgundum ve mesaim başladığından beri de iki müşteriden azar işitmiştim. Tek umudum güneşimin doğması ve o güzel gülüşüyle beni az da olsa ısıtmasıydı. Jung Hoseok üzerimdeki etkisini bilse arkasına bakmadan dükkandan kaçardı herhalde.
O gün gecikti.
Günümü gün eden tek şey saat birde gelmesiydi çünkü cam kenarındaki ufak masalardan birine kurulup yaklaşık üç saatini orada harcardı. Bir defasında iş arkadaşlarımdan biri "Ünlü olması umurumda değil, tek bir kahveyle orada üç saat oturamaz." diyerek masasına yönelecekti ki "Ah, bir tane daha istemişti, ben götürmeyi unutmuşum!" diyerek panik içinde ona engel olmuştum. Normalde masalara servis yapan bir müessese değildik ama arkadaşımı "Ünlü egosu işte, ayağına istiyor." diye kandırmaya çalışmış ve bir de "Kendini ne sanıyor o ya?" kriziyle uğraşmıştım. Ama beş dakikanın sonunda her zaman içtiği kahveden bir tane daha hazırlayıp masasına götürdüm ve dükkandan kovulmasını engelledim. Geleceğimiz yoktu, günümüzün de elimden alınmasına dayanamazdım. Jung Hoseok masasına koyduğum bardakla bakışlarını bana kaldırmış ve gözlerime birkaç saniye baktıktan sonra omzumun üzerinden iş arkadaşlarıma yöneltmişti. Hiçbir şey dememişti. Ama ondan sonraki günlerde, üç saat boyunca bardak bardak kahve içti. Hep benim kasada olduğum anları bekledi ve ben de umutlandım falan filan.
O çarşamba günü, Jung Hoseok dükkana saat akşamüstü dört kırk beşte geldi.
Ve benim mesaim beşte bitiyordu.
Ağlayacak gibi hissediyordum. Dükkandan çıkıp derse gidecektim ve ben sayfalarca ödevle uğraşırken Jung Hoseok geriye kalan iki saat kırk beş dakikasını bu dükkanda, bensiz geçirecekti. O akşam derslere pek odaklanamadım ve büyük ihtimalle tezimi bitirmeme yardımcı olacak onlarca ayrıntıyı kaçırdım. Sonra da kendime söz verdim. Jung Hoseok kimdi ya? Niye benim hayatımı bu kadar etkiliyordu? Biasım bile değildi, neden yıllardır uğraştığım şeye onun yüzünden odaklanamıyordum? Buraya kadar, Nari, dedim kendi kendime. Onu umursamayacaksın, doktoranı bitirip gideceksin ve onu bir daha görmeyeceksin.
Öyle olmuyormuş ama.
Sabah uyandım ve kendime güzel bir kahvaltı hazırladım. Önceki gece derste dikkatimi toplayamadığım için eve dönünce ödevime fazladan efor harcamam gerekmişti. Güzel bir kahvaltı baş ağrımı geçirir diye umuyordum. Mutfağı hemencecik toparlayıp evden çıktım. Dükkana metroyla ulaşıyordum ve yolculuk baş ağrımı arttırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Yeryüzüne ulaşan merdivenleri tırmanırken umarım bugün onu görebilirim, diye düşünürken yakaladım kendimi ve sözümü bu kadar kısa sürede bozduğum için kendime güzel bir azar çektim.
Sabah saatleri cadde çevresinde çalışan insanlar sabah kahvelerini almak için dükkana uğradığından kalabalık olurdu, yaklaşık iki saat boyunca duraksız sipariş yazdığımı hayal meyal hatırlardım. Elbette bu durum baş ağrımı dörde falan katlamıştı, dükkan biraz boşaldığında beklemeden kendimi tezgahın arkasında kalan taburelerden birine bıraktım. İş arkadaşlarımdan biri olan Sujin yanımdaki taburede, telefonuyla uğraşıyordu. Ben şakaklarıma masaj yaparken "Demek bu yüzdenmiş," diye mırıldandı, sonra da onu duyabilmem için sesini yükselterek konuşmaya devam etti. "Nari, seninki bu yüzden dün erkenden gitmiş."
"Efendim?"
"J Hope. Dün grup arkadaşlarından Jimin'in doğum gününü kutlamışlar, o yüzden on beş dakika oturmuş."